ZAHMETiN MEYVELERİ: YARIMADADA BİR ZAMANLAR ÇARESİZLİK
Palamut Bükünün müdavimlerinden Goca Mehmet lakaplı Mehmet Canözü, artık 90’lı yaşların ilk çeyreğini geride bırakmasına rağmen, her gün evinden çıkıp sahile inmekte ve gördüğü yabancılara hoş geldin demekle meşgul. Kendileri benim yakın dostumdur. Arkadaşımdır. Büyüğüm olmasına karşın yanında çok rahat olurum. Kendisi ile şakalaşırım. Çok geniş hoşgörüsü ile sanki sinirleri alınmış bir kişilik izlenimi bırakır bende. Goca Mehmet, genellikle sahildeki bir kahvede oturur, gelen gidenle sohbet eder. Eğer merak ettiğiniz bir şey varsa, oldukça entellektüel bilgi birikimi ile sizlere cevap verir. Yörenin tarihi, coğrafyası ve halk kültürü konusunda sizlere doyurucu bilgiler verir. Sıcak ve samimi duruşu ile sizleri kendisine bağlar.
Goca Mehmet ilkokulu bitirmemiştir. Zamanın koşulları onu erken hayata atmıştır. Oldukça kalabalık bir ailenin dördüncü çocuğudur. Kendisinden sonra, iki kardeşi daha vardır. Goca Mehmet, iki kız, bir oğlan evlat sahibidir. Kızlarından büyüğü olan Feray’ı, ne yazık ki kaybettik. Işıklar içinde uyusun. Sakin hoşgörülü ve entellektüel düzeyi oldukça yüksek bir kardeşimiz idi. Çok erken aramızdan ayrıldı.
Goca Mehmet aynı köyden Hatice Yenge ile evli... Yenge, bir zamanlar Yaka köyü muhtarı olan Ali Eski lakaplı Ali Akdeniz’in kızıdır. Ali Eski, oldukça nüktedan bir kişilik olarak bilinirmiş. Hala yaptığı şakaları anlatır büyükler. Goca Mehmet, eşini kendisi seçmiş ve o yıllarda ailesinin karşı gelmesine karşın, ısrarla istemiş Hatice Yengeyi.
Askere gitmeden önce ailesine kabul ettirir ve öylece gider askere. Asker dönüşü de evlenirler. Evlenirler, ama Hatice Yenge rahatsızdır. Evliliğin ilk altı yılı birlikte aynı yatağı bile paylaşmazlar. O yılların Datça’sı yeni yeni gelişiyor. Henüz buralarda doktor da yok. Hastane zaten yok. Datça’ya gidecek yol da yok üstelik. Evliliğinde bunca yıl aynı yatakta bile yatamayan Goca Mehmet, artık canına tak ederek düşer yollara. Derdine derman arayacaktır.
O yıllarda Anadolu’ya kara yolu ile gitmek mümkün değil. Ne yapsın; bir şekilde eşini tedavi ettirmenin yolunu da bulmayı kafasına koymuştur. Hasta olan yengeyi alır arkasına ve doğru arka taraftaki; yani yarımadanın Ege Denizi’ne bakan yüzündeki Değirmen Büküne. Belki Nevres Kaptan, belki de Donlunun Adem gibi kaptanlardan birine denk gelmeyi ummaktan başka çaresi yoktur. Değirmen Büküne ulaştıklarında Nevres Kaptan, tesadüfen orada denk gelir ve alır bunları doğru Bodrum’a götürür.
Nevres, o yılların çok ünlü kaptanıdır ve Bodrum’a genellikle eşya taşır. O yıllarda yarımadanın en meşhur ürünü de soğandır. Datça, bol soğan üretir ve ürettiği bu soğanlar da meşhurdur. Özellikle Muğla yöresinde piyasaya hâkimdir ve fiyatı da belirlemektedir. İşte Nevres Kaptan bu mevsimde hemen hemen her gün soğan taşımaktadır Bodrum’a. Bu arada eşyaların, yani soğan çuvallarının arasına insanı da sıkıştırır Nevres Kaptan. Böyle bir çileli yolculuğa; Goca Mehmet ve eşi, en az altı saat dayanmak zorundadırlar. Koskocaman Gökova Körfezi aşılacaktır. Rüzgârı, dağ boyu dalgaları ile bir de ünlü Şeytan Çukuru geçilerek Bodrum’a varılacak.
Bodrum’a bu çileli saatlerin sonunda ulaşan Goca Mehmet, o yılların Bodrum’unda bir doktor bulur ve derdini doktora açar. “Doktor Bey, ben altı yıl evvel evlendim, ama hiç birlikte olamadım der. Beni çektiğim bu işkenceden kurtar” diye yalvarır. Doktor da yengeyi muayene eder. Sonra da alır Goca Mehmet’i karşısına. Yengeye gerekli olan ilaç, ancak çevredeki adalarda vardır. İlaç Rodos’tan bir şekilde getirtilecek der. Bekleyeceksin diye tembihler. O yıllarda Bodrum’da ne ilaç, ne de eczane bulunmaz. Goca Mehmet, bir umutla yine döner Nevres Kaptan’ın kayığına. Onunla dönecektir memleketi Datça Yaka köyüne. Yolculuk başlar Bodrum’dan. Aksilik bu ya; yolun yarısında hava bozar. Bu yolların korkusuz kaptanlarıdır bunlar. Geri dönmez, tam yol ileri der Nevres Kaptan. Dalgaların üzerine vurur teknesini korkusuzca. Hava, bu arada çok daha kötüleşir. Bunları ambara yerleştirir Koca Kaptan. Selametle körfez aşılır, ama Nevres Kaptan, Tekir Burnu’nu dolanmayı göze alamaz. Kendine kuytu bir koy arar. En uygun koy Mersincik’tir. Zorla bu koya yanaşır Kaptan. Goca Mehmet için, asıl zor yolculuk şimdi başlamıştır.
Mersincik, Yaka köyü 20 km'dir; üstelik çok engebeli ve devamlı yükselen bir arazidir. Yenge hastadır, halsizdir. Ne yapsın Goca Mehmet. Yengeyi sırtına alır, zor ve uzun bir yolculuğa başlar. Yarımadanın Ege Denizi’ne bakan sahilinden başlayan oldukça çileli bu yolu, normal bir insanın tek başına bile çok zorlanacağı bu araziyi aşmak zorundadır Goca Mehmet. Kendi ısrarı ile evlendiği sevgilisini, önce sağlığına kavuşturacak, sonra da onunla koyun koyuna yatacaktır. Kolay değil; koskoca altı yıl eşine yanaşmadan, koklayamadan yaşamak... Günler günleri kovalar, aylar da ayları. Bir türlü düzelemez yenge. İnsan nasıl dayanır bunca yıl? İkisinin de çekecek çileleri varmış. O halde kabullenmek lazım bu çileye. Bu düşüncelerle Goca Mehmet ve hasta yenge, saatlerce süren yolculuk sonucu gece yarısı evlerine ulaşırlar.
Yarımadanın o engebeli coğrafyasında bana bu satırları yazmama neden olan bu olay, aynen böyle yaşanmıştır. Aynı zamanda daha yarım asır önceye kadar da bu sert coğrafyada yaşayan bütün bu yöre insanlarının bu ve buna benzer hikâyeleri vardır. Bunca yaşanılan zahmetten sonra güzellikler, arkasından gelecektir. Haber gelir Bodrum’dan ve Goca Mehmet, aylar sonra Bodrum’a hemen gider ve ilaç Rodos’tan gelmiştir. Doktor da bu olaydan çok etkilenmiştir ve bütün bu zahmetlerin parçası olmak istemez, yani kısacası Goca Mehmet’ten ücret almaz. Hatice Yenge ilacı kullanır ve eski sağlığına da kısa sürede kavuşur. Arkasından bir de çocuk gelir. Sonra bir daha, hatta sonra bir tane daha... Bu yaşam mücadelesi sonucu üç çocukları olur Goca Mehmet’in.
Ben de bir gün Mersincik’ten yayan gelirken gördüğüm keçiboynuzu ağacının altında durdum ve hafifçe uzandım. Birden Goca Mehmet’in anlattığı bu olay aklıma geldi. Biraz yorulmuşum galiba; başımı yukarı kaldırdığımda, yüzlerce meyvenin yeşilden karaya dönüşmekte olduğu gözüme çarpıverdi. O anda bu güzelim ağaca sorasım geldi; “Nedir bu çektiğiniz çile?” diye. Dili olsa, kim bilir neler anlatırlardı.
Yorumlar (8)
Sadık Levent Özer
1 ay önce / 05.10.2024Kaleminize sağlık palamutbüküne ilk geldiğimde tanıdım koca memet amcayı vakit buldukça sohbetlerini dinlerdim hafızası çok güçlüydü kendi yazdığı şiirleri okurdu betçe de tanımaktan mutlu olduğum bir insandı tabiiki kızı Feray da unutulmaz ışıklar içinde uyusunlar
Beğendim 0 | Beğenmedim 0 | Cevapla
Hüseyin
2 ay önce / 10.09.2024Hasan Öğretmenim, yazılarını boş zaman ayırarak, büyük bir zevkle okumaya devam ediyorum. Kalemine, yüreğine sağlık.
Beğendim 0 | Beğenmedim 0 | Cevapla
Alaaddin Ağca
2 ay önce / 09.09.2024Dünden haber veren bugün ruhumuzu besleyen hikayeler. ????
Beğendim 1 | Beğenmedim 0 | Cevapla
E.Cengiz Yasin
2 ay önce / 05.09.2024Tek kelime Sahane
Beğendim 1 | Beğenmedim 0 | Cevapla
Cahit YAKA
3 ay önce / 04.09.2024Emeklerine sağlık Hasan hocam
Beğendim 1 | Beğenmedim 0 | Cevapla
Abdullah Cebeci
3 ay önce / 04.09.2024Harika bir yazı ve araştırma.Ben Palamutbükünde olmama rağmen bunları bilmiyordum.Kalemine sağlık Hasan hocam.
Beğendim 0 | Beğenmedim 0 | Cevapla
Aliş
3 ay önce / 04.09.2024Kalemine sağlık teşekkürler
Beğendim 0 | Beğenmedim 0 | Cevapla
Kubilay Çuhadar
3 ay önce / 04.09.2024Harika bir yazı olmuş tebrikler ve selamlar
Beğendim 0 | Beğenmedim 0 | Cevapla