Geçtiğimiz günlerde Datça Belediyesi sosyal medya hesabından haklı bir serzeniş yayınladı. Kullanılan görsellere bakıldığında belediyenin düzenli olarak toplamakla yükümlü olduğu ve topladığı çöp konteynerlerinin çevresi anormal bir atık dağı olmuştu ve Datça Belediyesi şunları yazdı:
Ne yazık ki bu manzaralara her yaz sezonu başlangıcında, Datça’nın tüm mahallelerinde sıklıkla rastlıyoruz. Evet, yerel yönetimlerin çöpleri toplamak sorumluluk ve yükümlülüğü var, doğru. Peki ama her atık çöp müdür? Çöp nedir? Atık nedir? Atıkları çöplerden ayırmadan bu kirliliğin önü alınabilir mi?
Bakın TDK “çöp”ü şöyle tanımlıyor: “Yararsız, pis veya zararlı olduğu için atılan ufak tefek şeylerin hepsi.” Çağımızın ansiklopedisi Wikipedia’da da şu tanıma rastlıyoruz: “işlevini yitirmiş ve kullanılamaz her türlü materyale verilen genel addır.” Bu tanımlamalara göre, çöp dediğimiz nesnelerin ortak özelliği “yararsız”, “işlevini yitirmiş”, “kullanılamaz” olması diyebiliriz.
Dilimize de yerleşmiş, “üzümün çöpü, armudun sapı” gibi, soğanın kabuğu gibi ya da artık evde kullanım ömrünü tamamlamış her türlü malzemeyi çöp olarak adlandırmak mümkün. Zaten bundan yüzyıl önceki yaşam biçimlerimize baktığımızda çöp dediğimiz malzemeyi toplamaya da gerek yoktu. Doğaya terk edilen çöpler, zaten doğadan geldikleri için, kısa bir zaman diliminde çürüyerek yeniden doğaya dönüyorlar ve başka doğal yaşam biçimlerine de enerji sağlıyorlardı.
Ama artık devir değişti. Çöp dediğimiz doğal malzemelerin yerini artık devasa hacimlerde endüstriyel atıklar almış durumda. Peki “atık” dediğimiz nedir ki? Yine TDK atığı: “üretimden tüketime kadar olan tüm aşamalarda ortaya çıkan ve kullanıcının artık işine yaramayan maddeler” diye tanımlıyor. Yine Wikipedia da “kullanılmış, artık istenmeyen ve çevre için zarar oluşturan her türlü madde” olarak tanımlıyor atığı. “Atık” kavramını tanımlayan başlıca özellik ise “kullanılmış”, “istenmeyen” ve “çevre için zararlı” tanımlamaları var.
Sonuç olarak; şunu söylemek mümkün: her atık çöp değildir, her çöp de atık olmayabilir. Ancak bu iki kavramı birbirinden ayıran iki temel özelliğe bakarak; “çöp” her zaman var olan “doğal” bir fazlalık, “atık” ise yeni teknoloji çağında insan eliyle ve endüstriyel olarak üretilen ve tüketildikten sonra yok edilmesi gereken “zararlı” malzemeler olarak (kabaca) tarif edilebilir.
İçine doğduğumuz ve içinde yaşadığımız teknoloji çağı dehşet miktarlarda bir tüketim furyası yarattı. Artık insanlar ihtiyaçlarının çok daha fazlasını tüketir oldular. Kapitalizmin arz-talep yasası da bu arsız tüketim pazarına cevap verebilmek için sonunu düşünmeden, kitlesel bir üretim furyasına dönüştürdü endüstriyi. Artık ihtiyacımız olduğunu düşündüğümüz her malzeme evimize, çok daha fazla miktarda endüstriyel atıkla birlikte geliyor. Ürünlerin, kullanılmayan ambalaj miktarları bile ihtiyacımız olan üründen çok daha fazla yer işgal ediyor, dolayısıyla da artık ihtiyaçlarımızı çok daha yüksek maliyetlerle karşılıyoruz. Üstelik “atık” dediğimiz bu malzemelerin üretimi sırasında doğadan çalınan ve doğaya salınan bedel de cabası.
Kaçınılmaz olarak evlerimize gelen ihtiyaçların fazlasını atık olarak uzaklaştırmak gereği de ortaya çıkıyor. Büyük şehirlerde bu sorun birkaç kanaldan çözülüyor. Öncelikle sokaklarda boylarının iki üç katı arabaları sürükleyerek gün boyu çalışan “geri dönüşüm emekçileri” atıkları ayrıştırarak bulunduğumuz ortamdan uzaklaştırıyorlar. Sonrasında artık ciddi bir ekonomik sektör hâline gelen “geri dönüşüm” endüstrisiyse, bizim atık diye kurtulmaya çabaladığımız malzemeleri kayda değer bir ekonomik kazanca dönüştürüyor.
Nerdeyse tüm endüstriyel atıklar üretildikleri malzemelerin türüne göre (metal, plastik, cam vb) ayrıştırıldıktan sonra çeşitli biçimlerde geri kazanılabiliyor, en azından doğaya karışmasının önüne geçilebiliyor. (Geri dönüşüm endüstrisinin yarattığı devasa enerji tüketimi ve çevreye zararları da ayrı bir tartışma konusu elbette). Yine büyük kentlerde, yerel yönetimlerin denetimindeki çöp ayrıştırma istasyonlarında da toplanan çöplerin içindeki geri dönüşüme uygun malzemelerin ayrıştırılması da hem yerel yönetimlere ekonomik kazanç sağlıyor, hem de devasa bir nüfusun yaşadığı büyük kentlerin çevre topraklarının bir çöp cehennemi olmasını engelliyor.
Peki bu ayrıştırma ve uzaklaştırma gerekliliği Datça’da ne kadar mümkün?
“Geri dönüşüm” sürecinin iki temel aşaması var: öncelikle atıkların ayrıştırılması, sonra da hacimlerinin azaltılarak taşınabilir olması. Bu iki süreç tamamlanmadan herhangi bir atıktan kurtulmak mümkün değil.
1- Eğer “ayrıştırma” işlemi yerinde, kaynağında yapılabiliyorsa, çok düşük maliyetlerle yolun bir kısmı kat edilmiş oluyor. O nedenle dünyanın pek çok gelişmiş bölgesinde, fabrikalarda, marketlerde, işyerlerinde hatta mahallelerde önce çöp ve atıkların sonra da atıkların kendi içinde malzemelerine göre ayrıştırılmasına yönelik “çevre yönetim sistemleri” kuruluyor. Bu uygulamaya katılım teşvik ediliyor, uymayanlara cezalar uygulanıyor. Datça’da da kimi bölgelerde yerel yönetim tarafından yerleştirilen, çöp konteynerlerinden ayrı atık istasyonlarını görüyoruz. İsteyen kullanıyor ama ne kadar biliniyor ne kadar yeterli ve ne kadar bilinçli kullanılıyor tartışılır elbette.
Çöp konteynerlerinin içinde ve çevresinde yığılan ambalaj atıkları yığınları ne yazık ki artık gözümüzün alıştığı çirkin manzaralar. Özellikle Datça’nın rüzgârlı havalarında, konteyner dışına bırakılan bu atıkların çevreye yayılması da tüm yetkilileri de çaresiz bırakıyor. Ne yazık ki Datça’da, büyük şehirlerdeki gibi çöp konteynerlerinin çevresinden atık toplayan “geri dönüşüm emekçileri” yok. Yerel yönetim ise resmi nüfusu 20-25 bin olan bir kentte, kışın iki, yazın üç-dört katından fazla bir nüfusun çöplerini toplamak zorunda kalıyor, bu da ancak konteynerleri boşaltmakla sınırlı kalıyor. Oysa özellikle dayanıklı tüketim maddeleri gibi endüstriyel üretim yapan markaların, ürünlerin satışından sonra nakliye sırasında koruyucu olarak kullandıkları ambalaj malzemelerini geri toplamak ve geri dönüşümünü sağlamak gibi yasal yükümlülükleri var.
Yine çöp konteynerleri yanına evden uzaklaştırma gerekçesiyle bırakılan pek çok yatak, eski mobilya, koltuk vb ev ürünlerinin de özellikle sıcak havalarda bir sigara izmariti nedeniyle yanıp tutuştuklarına da sıklıkla şahit oluyoruz. (Bkz: 30 Eylül 2024 tarihli haberimiz)
Yerinde olmasa bile toplama merkezlerinde ayrıştırılabilen atıklar ise çeşitli biçimlerde yeniden kullanılmak üzere değerlendirilebilir ve bir ekonomik kazanç yaratabilir. Doğal olmayan, endüstriyel bir ürün olarak atıkların geri dönüşümü ya da yeniden kullanılması sağlanmadıkça, bu atık ürünlerin doğada çözünmeden, yok olmadan yüzyıllarca kaldığını artık hepimiz biliyoruz. Okyanuslarda bu atıklardan oluşan devasa adalar oluştuğu bir gerçeklik. Her yıl yüzbinlerce turisti ağırlayan Datça yarımadasında sadece bir yıl içinde ortaya çıkan atıkların geri dönüşümü sağlanmadıkça, birkaç yıl sonra yarımadanın coğrafyasında devasa bir atık cehennemi görmemiz kaçınılmaz olacak maalesef.
2- Gerek yerinde ayrıştırılan gerekse toplama merkezlerine geldikten sonra malzeme türlerine göre ayrıştırılan atıkların öncelikle hacimlerinin azaltılması gerekiyor. Cam atıklar kırılarak, plastik veya metal ambalaj atıkları preslenip sıkıştırılarak taşınabilir bir hâle geldikten sonra sınıflandırılıp yeniden kullanılabilir bir hammaddeye dönüşebilir.
Elbette Datça’da bu atıkları yeniden kullanabilen veya geri dönüştürebilen bir tesis olmadığı için, bu atıkların önce Marmaris ve Muğla üzerinden ülkedeki farklı endüstriyel bölgelere gitmesi gerekecek ki bu da bugünün şartlarında çok ciddi bir yol ve lojistik maliyet anlamına geliyor. Ucuz hammaddenin yüksek maliyetlerle taşınması ne kadar ekonomik, bu da tartışılabilir bir durum. Belki deniz yolu daha ekonomik, alternatif bir nakliye yöntemi olabilir, bunun sağlıklı, ekonomik ve ekolojik koşulları yaratılabilir… (mi? )
“Ayrıştırma” sorunu Datça’da yerel yönetim ve yurttaşların bilinçli katkıları ve çabasıyla çözümlenebilir ancak sonrasında atıkların yarımadadan uzaklaştırılması ve ekonomik bir kazanca dönüştürülmesi Datça’nın yerel boyutunu aşan bir sorun. Sadece yol ve mesafe engeli bile yapılabilirliğini önemli ölçüde engelliyor. Ancak bu durum ekonomik olmasa bile ekolojik bir zorunluluk. Bu konuda Çevre ve Şehircilik Bakanlığının ve Muğla Büyükşehir Belediye’sinin katkılarına ihtiyaç kaçınılmaz görünüyor. Datça Belediyesi’nden de bu konuda daha etkili projeler üretmesi ve gerekli destekleri, doğru adreslerden sağlaması da Datçalı yurttaşlar olarak beklentimiz olmalı.
Yorumlar (0)