Perperişan

Bazen insanın içine çöken bir ağırlık olur, hani nefes alırsın ama içinden geçip giden bir karanlık vardır. Türkiye’nin bugünkü hali bana hep böyle geliyor: üzerimizde kocaman bir karabulut...

Perperişan

Datça’dan Türkiye’ye: Yalnızlık, Sıkışmışlık ve Dayanma Gücü

Bugün bu yazıyı, Mabel Matiz’in “Perperişan” adlı şarkısına getirilen erişim engeli haberinden sonra yazıyorum. Mabel Matiz’in şarkısına, Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı tarafından Ankara Nöbetçi Sulh Ceza Hakimliği’ne başvurularak “kamu düzeni, genel sağlık ve aile yapısına aykırı olduğu, çocukların ve gençlerin zihinsel gelişimini olumsuz etkileyebileceği” gibi gerekçelerle erişim engeli talep edildi.

Bazen insanın içine çöken bir ağırlık olur, hani nefes alırsın ama içinden geçip giden bir karanlık vardır. Türkiye’nin bugünkü hali bana hep böyle geliyor: üzerimizde kocaman bir karabulut.

Ülke gündemine bakıyorsun;  Mabel Matiz’in “Perperişan” şarkısına erişim engeli talebi, sansür, gözaltılar, özgürlüklerin daraltılması… İnsan daha ne söyleyeceğini düşünürken bile “başıma bir şey gelir mi” kaygısı taşıyor. Hazırlıksız, mesnetsiz dosyalarla aylarca, yıllarca hapiste tutulan insanlar var; sanatçıların, yazarların, öğrencilerin nefes almasına bile izin verilmiyor. Bu baskı atmosferi sadece siyaseti değil, hepimizin gündelik hayatını, hayallerini, hatta birbirimizle kurduğumuz ilişkileri bile etkiliyor.

Benim hayatım da bu büyük resmin küçük bir yansıması gibi. On yıldır Datça’da, iki kadın olarak tek başımıza bir işyerini ayakta tutmaya çalışıyoruz. Küçük bir yerde, yazın kalabalık ama kışın 22 bin nüfusa sıkışmış bir kasabada, hep aynı yüzler, aynı sokaklar, aynı gündem… Bir yandan hayatı döndürmeye, bir yandan ailemizi ve çevremizdeki diğer tüm canlıları, çocukları hiç aklımızdan çıkarmadan hareket ediyoruz. Ama çoğu zaman nefes almak bile zor geliyor.

38 yaşına geldim. Kapitalist düzenin dayattığı “ev kur, koca bul, aile ol” kalıplarına uymadım. Yalnızlık, tek başınalık benim için bir eksiklik değil; tam tersine düşünsel arayışlarımın doğal bir sonucu oldu. Aradıklarımın ve özlemlerimin bu farkındalıklarla değiştiğini, tatminlerimin artık hazır reçetelere değil, kendi ürettiğim ilişkilere bağlı olduğunu; hazlarımın da farkındalıklarımla beraber geliştiğini görüyorum. Ve bu, bana göre gerçek bir özgürlük.

Elbette zor olan yanları var. Düşünsel olarak çevremden kopuk hissediyorum. Tepkilerim, öfkelerim, duyarlılıklarım çoğu kez fazlalık gibi görülüyor. Datça küçük; kimin ne düşündüğü, kimin nerede olduğu herkes tarafından hemen biliniyor. Aynı ortamlarda dönüp dolaşan aynı gündelik konuşmalar, içimdeki sıkışmayı daha da büyütüyor.

Ama yine de içimde bir direnç var. Çünkü biliyorum ki bu ülkede her şeye rağmen hâlâ dayanışmaya, hâlâ eşitlikçi düşünceye, hâlâ adalet arayışına ihtiyaç var. Bir çocuğun eğitimine destek olsam, bir insanın hakkını savunsam, bir canlıya nefes olsam sanki varoluşumun bir anlamı olacak. Ama bu çaba da kolay değil; yanlış anlaşılmaktan korkuyorsun. Bazen öfkenle boğuluyorsun, bazen de “benim sesim kime ulaşıyor ki” diye düşünüyorsun.

Türkiye’nin bugünkü haliyle Datça’nın hali aslında birbirine çok benziyor: dışarıdan bakınca huzurlu, turistik, rengârenk bir tablo; ama içine girince yalnızlık, sıkışmışlık ve dayanma mücadelesi. İnsan hem ülkesine hem yaşadığı yere hem de kendine dair umudu korumak zorunda.

Ve işte bu aslında bizim en büyük ortak hikâyemiz: bütün baskılara, bütün maddi zorluklara, bütün yalnızlıklara rağmen hâlâ direnmeye, hâlâ ses çıkarmaya çalışmak.

Başka çaremiz de yok!

Yorumlar (0)

Bu içerik ile henüz yorum yazılmamış

İlginizi Çekebilir