Tekno-feodalizm çağı: Kapitalizmin sonu mu?

BirGün gazetesi bugün, gazeteci ve yazar Arthur NESLEN'in, marksist ekonomist Varoufakis ile yaptığı bir söyleşiyi yayınladı. Kıvanç ELİAÇIK'ın çevirisiyle paylaşıyoruz (Dayanışma-Datça): Ekonomist Varoufakis, yeni kitabı Tekno Feodalizm’de kapitalizmin pazar ve kâr odaklı yapısının yerini, dijital platformların oluşturduğu “bulut derebeyliklerinin” aldığını söylüyor. ABD ile doların hegemonyasını sarsan Çin’de yoğunlaşan bulut sermayesinin nükleer savaşa kapı aralayabileceğini belirten Varoufakis “Sendikalar ‘Her işçi bir üye, bir hisse, bir oy hakkı’ ilkesini savunmalı’ diyor.

Tekno-feodalizm çağı: Kapitalizmin sonu mu?

Kapitalizmin sonu mu, yeni bir derebeylik düzeni mi: Tekno-feodalizm çağı

Ekonomist Yanis Varoufakis, son kitabı “Tekno-feodalizm: Kapitalizmi Ne Öldürdü?”de büyük teknoloji şirketlerinin ortaya çıkardığı yeni ekonomik sistemi analiz ediyor.

“Bugün elimizde telefonlarımızın ve fiber optik kabloların içinde yaşayan yeni bir sermaye biçimi var. Ben buna 'bulut sermayesi' diyorum.”

Varoufakis, gelecekteki mücadele hattını ise şöyle tarif ediyor: “Sendikalar sadece adil ücret mücadelesiyle yetinmemeli. Asıl mesele, ‘Her işçi bir üye, bir hisse, bir oy hakkı’ ilkesini savunmak.”

Kitabınızda, yeni bir “tekno-feodal” ekonomik sistemde yaşadığımızı öne sürüyorsunuz. Fakat bu sistem, kapitalizm gibi bir toplumsal devrimi veya feodalizm gibi büyük bir tarımsal dönüşümü gerektirmedi. Buna rağmen neden yeni bir üretim biçimi olduğunu düşünüyorsunuz?

Tekno-feodalizm, bugüne kadar bildiğimiz tüm sermaye türlerinden nitelik ve nicelik olarak farklılaşmış, yepyeni, mutasyona uğramış bir sermaye biçimine dayanıyor. 10 yıl öncesine kadar tüm sermaye biçimleri üretilmişti; ister bir saban, çekiç, buhar motoru olsun, ister endüstriyel bir robot. Ama geçtiğimiz on yılda telefonlarımızın, tabletlerimizin ve fiber optik kablolarımızın içinde yaşayan yeni bir sermaye biçimi ortaya çıktı. Ben buna “bulut sermayesi” diyorum.

Amazon, Alibaba, Uber ve Airbnb gibi şirketler pazar değiller. Hatta tekel bile değiller. Bunlar ticaret platformlarıdır. Bu platformları oluşturan algoritma, yani bulut sermayesi, bizim yaratıcısı, tüketicisi ve kullanıcısı olarak yer aldığımız bir “bulut derebeyliği” dışında bir şey üretmez. Hepimiz bu platformlarda çalışıyoruz; taksi sürücüsü olarak ya da içerik üreticisi olarak. Ve bu dijital alanın sahibi, tıpkı feodalizmde olduğu gibi kira topluyor. Ama bu kira artık toprak kirası değil, dijital kira. Buna kısaca “bulut kirası” diyorum.

Bu süreçte bulut sermayedarları davranışlarımızı hatta düşüncelerimizi değiştirebilir. Bu sistem, davranış değiştirme araçları üretir ve üretim, dağıtım, iletişim ve değişim ilişkilerini içeren tamamen yeni bir sosyo-ekonomik üretim biçimi yaratır. Sermayeye dayansa bile, bu kapitalizm değildir. Kapitalizmin iki temel direği vardır: Pazar ve kâr. Bulut sermayesi hızla pazarların yerini alarak bulut derebeylikleri yaratıyor ve sonuç olarak kapitalist sistem için hâlâ temel öneme sahip olan kârları, bulut kiraları biçiminde çekip alıyor.

Sosyalist düşüncede yaygın kabul gören görüşe göre kapitalizm kendi mezar kazıcılarını, yani kârı yaratan işçileri oluşturuyordu. Tekno-feodalizmde bu durum hâlâ geçerli mi, yoksa gelecekte sadece robotların daha fazla robot üretmesiyle mi karşı karşıya kalacağız?

Tekno-feodalizmi anlamak için en iyi yöntem Marksist analizdir. Değer hâlâ insanlar tarafından yaratılır; robotlar, algoritmalar veya bulut sermayesi tarafından değil. Değer, insani faaliyetten doğar, makinelerin makine üretmesiyle değil. Değişen şey ise artık ücretsiz emek tarafından üretilen çok büyük miktarda sermayeye sahip olmamızdır.

Eskiden Henry Ford, arabalarını üretmek için makine kullanıyordu. Bu makineleri üretmesi için ücretli işçi çalıştıran başka kapitalistlere sipariş vermek zorundaydı. Oysa bugün bulut sermayesinin büyük çoğunluğu, benim “bulut serfleri” olarak adlandırdığım karşılıksız emek harcayan kullanıcılar tarafından üretiliyor. TikTok'a her video yükleyişinizde şirketin sermayesine katkıda bulunuyorsunuz. Elbette, sistemin kendini yeniden üretebilmesi için hâlâ ücretli emeğe ihtiyacı var. Ücretli emeği ortadan kaldırırsanız tüm sistem çöker. Robotların daha fazla robot üretmesi mümkün, ancak bu sistem kapitalizmden bile daha istikrarsız ve krizlere daha açık, çünkü temelini oluşturan ücretli emeğin yarattığı artı-değer giderek küçülüyor.

Bir şirket elektrikli bisiklet ürettiğinde, Amazon üzerinden ödediğiniz bedelin yüzde 40'ı onu üreten kapitalistlere değil, Amazon'un kurucusu ve yöneticisi Jeff Bezos'a gidiyor. Bu para, bulut kirası biçiminde şirketten çekilip alınıyor. Bu para üretime ya da geleneksel kapitalist sektöre geri dönmediği için, kapitalizm altında zaten hep kıt olan toplam talep artık daha da kıt hale geliyor. Bu durum, merkez bankaları üzerinde, kaybolan satın alma gücünü yenilemek için daha fazla para basma baskısı yaratıyor ve bu da daha fazla enflasyon baskısı oluşturuyor. Bu açıdan tekno-feodalizm, kapitalizmden çok daha kötü ve krizlere çok daha açık bir sistemdir.

Tekno-feodalizm çağı: Kapitalizmin sonu mu? Yanis Varoufakis

Fikriniz, artık gerçeklik algımızın bile bir tür algoritmik süzgeç tarafından şekillendirildiğini öne sürüyor. Bu durum sınıf bilincini nasıl etkiliyor?

“Karşılıksız emeğimiz Bezos’un, Google’ın ve Microsoft’un bulut sermayesini besleyip yeniden üretiyor” dediğimde, onlar şöyle diyor: “Evet ama bunu yapmaktan hoşlanıyorsunuz.” Bunu gönüllü olarak yapıyoruz. Ama bu onun karşılıksız emek olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Burada, arkadaşım – bilimkurgu yazarı ve dijital haklar savunucusu Cory Doctorow’un “boklaşma” (enshittification) dediği bir süreç de var. Bir platformda gönüllü emeğinizle ne kadar çok vakit geçirirseniz, o platformda yaşadığınız deneyim o kadar kötüleşiyor ve siz de platformun sahibi bulut kapitalistlere değil, diğer kullanıcılara öfkeleniyorsunuz. Bu da sınıf bilincini çözüp dağıtan bir etken haline geliyor.

2008’den bu yana yaşadığımız otoriter popülizm, bu yeni üretim biçiminin siyasal ifadesi sayılabilir mi?

2008 bizim kuşağımızın 1929’uydu. O dönemin bulut sermayesiyle ilgisi yoktu, çünkü o zamanlar bulut sermayesi henüz var olmamıştı. Bu kriz, Bretton Woods sonrası finansallaşmış kapitalist sistemin çöküşünün sonucuydu. Ancak bu çöküşe verilen yanıt – bankaları kurtarmak ve bankacılara 35 trilyon ABD doları basmak – bulut sermayesinin birikimini hızlandırdı. Çünkü 2009–2022 arasında gerçekleşen tek yatırımlar bunlardı. Parasal genişleme politikaları kapsamında yapılan para basımı, evrensel kemer sıkma politikalarıyla aynı döneme denk geldiği için geleneksel kapitalist şirketler yatırım yapmadı. Merkez bankalarından aldıkları parayla kendi hisselerini geri satın aldılar. Yalnızca bulut sermayesi sahipleri makine ve altyapıya yatırım yaptı ve bu da bulut sermayesinin hem niteliğinde hem niceliğinde büyük bir sıçrama yarattı. ChatGPT ve OpenAI gibi gelişmeler bu süreçten doğdu.

Böylesine büyük bir sermaye birikimi her zaman toplumda paralel bir dönüşüme yol açar. Örneğin Elon Musk, bulut sermayesi oyununa geç katıldı. O geleneksel bir kapitalistti; araba ve roket yapıyordu. Bulutçu (cloudalist) değildi, ta ki Tesla ve Starlink’in platformlarının bulut sermayeye bağlanmak için can attığını fark edene kadar. Ama bir arayüzü yoktu, bu yüzden Twitter’ı ucuza satın aldı. X üzerinden, Starlink’i dünya üzerindeki tüm Tesla araçlarına bağlayan bir “her şey uygulaması” yaratıyor. Devletin bilgi işlem sistemlerine bile kendi kablolarını bağladı ve bu yarı faşist ideolojisiyle el ele ilerliyor.

Milyarder girişimci ve aşırı sağcı liberteryen Peter Thiel yakın zamanda “Kapitalizm demokrasiyle bağdaşmaz” dediğinde, içimden ona alkış tutmak geldi. Tam anlamıyla haklıydı. Ama bunu söyleyebilmeleri için önce ellerinde bulut sermaye, Palantir gibi veri analizi ve dijital gözetim hizmetleri sunan şirketler ve X gibi araçların olması gerekti. “Demokrasi bizim iktidarımız önünde bir engel. Bu yüzden faşizmi tercih ediyoruz” dediler. Ama zihinlerimize doğrudan erişimleri olmasaydı bunu asla yapamazlardı. Çünkü Henry Ford ve Thomas Edison gibi isimler insanları etkilemenin yollarını bulmak için gazete satın almak zorundaydı. Bugünse bulut sermayen varsa, milyarlarca insanın “zihinsel zincirlerinin” de sahibisin.

“Tam otomatik lüks komünizm” gibi ütopyacı bir gelecek, algoritmik nüfus kontrolü ya da algoritmalarla belirlenen tutuklamalara kıyasla daha mümkün mü?

2017’de yayımladığım “Kızımla Ekonomi Sohbetleri” kitabımı şu sözlerle bitirmiştim: İnsanlığın geleceği ya Matrix yönüne ya da Star Trek yönüne gidecek. Star Trek yolu, lüks, özgürlükçü bir komünizme; Matrix yolu ise tekno-feodalizmin en kötü biçimine çıkar. Hangi yöne gideceğimiz, demokratik siyaseti yeniden canlandırma becerimize bağlı olacak. Bunu hep birlikte göreceğiz.

Bulut sermayesini daha insani bir seviyeye çekmenin yolu var mı? Ne tür bir düzenleme etkili olabilir?

Bence en bariz olanı birlikte çalışabilirlik (interoperability: platformlar arası geçiş) meselesi. Örneğin, Twitter’dan ayrılmak istedim çünkü platform adeta zehirli ve çamurlu bir bataklığa dönüştü. Ama 1,2 milyon takipçim var. Bluesky’a geçtim, önce 100 ve şimdi 30 bin oldum. Yine de X’i tamamen terk edemem. Peki ya düzenleyiciler X'e birlikte çalışabilirlik zorunluluğu getirseydi ve deseydi ki: “Hizmet vermeye devam etmek istiyorsan, X’ten Bluesky’a geçen birinin takipçileri Bluesky’daki paylaşımlarını X üzerinden de görebilmeli.”

Bu, bir dönem telefon şirketlerine getirilen “numara taşıma” zorunluluğu gibi olurdu.

İlginçtir, Çin’de geçtiğimiz yıl dijital sağlayıcılar ve uygulamalar için birlikte çalışabilirlik yasalaştı. Batı’da böyle bir şeyin olma ihtimali neredeyse yok ama olsaydı, bu bulutçuların gücüne ve ayrıcalıklarına vurulmuş ciddi bir darbe olurdu.

Tekelcilik karşıtı (antitröst) yasalar geçmişte etkiliydi. Örneğin eski ABD Başkanı Teddy Roosevelt’in 1911’de ABD çapında bir petrol tekeli olan Standard Oil’i 50 farklı şirkete bölmesi gibi. Ama bunu Google veya YouTube ile nasıl yapacaksınız? Bunları bölmek mantıklı değil. Sonunda mesele şu soruya geliyor: Bu şirketlere kim sahip?

Tekno-feodalizmi kesin olarak sona erdirmenin tek yolu, şu anki kapitalist şirket hukukunun “ne kadar paran varsa o kadar hisse alabilirsin” anlayışından, “bir şirkette çalışan herkes bir hisseye sahip olmalı ve sadece orada çalışanlar hisse sahibi olabilir” ilkesine geçmektir.

Bunu yasalaştırarak çalışanların yönettiği ve sahip olduğu şirketler kurulabilir. Eğer buna, şirketlerin toplumsal performanslarını denetleyen bir vatandaş jürisi de eklerseniz, piyasalar var olmaya devam eder ama kapitalizm olmadan.

Bunu başarmak için sendikalar ne yapmalı? Bu yeni dünyada onları hâlâ öncü bir güç olarak görüyor musunuz?

Kesinlikle! Ama sendikalar sadece adil ücret mücadelesiyle yetinmemeli. Çünkü tekno-feodal bir düzende, ücret ne kadar yüksek olursa olsun adil olamaz. Çünkü bulut sermayesinin sahipleriyle emekçiler arasında derin bir güç dengesizliği var. Bunu bugün Silikon Vadisi’nde çok net bir şekilde görebiliyoruz. Üstelik milyonlarca insan, emeklerinin karşılığında tek kuruş bile almadan çalışıyor. Benim görmek istediğim şey, adil ücretin ötesine geçen ve “her işçi bir üye, bir hisse, bir oy hakkı” ilkesini savunan radikal sendikalar. Yani “mesele ücret değil; mesele karar süreçlerinde eşit söz hakkı.”

Sizce sol, bu yeni dünyaya uyum sağlayabilir mi? Şu ana kadar ipleri eline alan taraf aşırı sağ oldu. Tekno-feodalizmi alt etmek için ne yapmalıyız?

Öncelikle, bugünkü değer üretim ve dağıtım sisteminin bizi hızla bir felakete sürüklediğini ve geniş halk kesimlerinin geleceğini kapitalizmden bile daha kötü şekilde kararttığını fark ettirmek gerekiyor.

İkincisi, teknolojinin toplumsallaştırılarak çok daha verimli ve adil biçimde geliştirilebileceğini göstermek gerekiyor. Örneğin, bir belediye Airbnb ya da Deliveroo'ya alternatif bir uygulama geliştirip kendi altyapısını kursaydı ya da bankacılık işlemleri için yerel bir ödeme uygulaması sunsaydı, üstelik bu sistemleri üretmek için belediye bünyesinde nitelikli yazılımcılar istihdam edilseydi bunun doğrudan faydasını görürdük.

Özellikle Silikon Vadisi ve Çin’in doğu kıyısında az sayıda kişinin elinde yoğunlaşan bulut sermayesinin, yeni bir Soğuk Savaş’a ve bunun nükleer bir çatışmaya dönüşme riskine nasıl zemin hazırladığını vurgulamak gerekiyor. ABD’nin Çin’e yönelik artan saldırganlığının arkasında da bu var. Mesele Tayvan değil. Mesele Çin ordusunun büyümesi de değil. Asıl mesele, Çin’in büyük teknoloji şirketlerinin, Çin finans sektörü ve Çin Merkez Bankası’nın dijital para birimiyle birleşerek, doların küresel hegemonyasına meydan okuması. İşte bu nedenle, dünya barışı da üçüncü ve belki en önemli kazanım olabilir.

Bu değişimi gerçekleştirmek için, parlamento dışı eylemleri hâlâ gerekli görüyor musunuz?

Gerçek değişimin yolu parlamento dışı hareketlerden geçiyor. Ama grevler ve iklim eylemleri, insanları yerel düzeyde harekete geçirecek bir programla desteklenmezse etkisiz kalır; bu ikisinin birbirini tamamlaması gerekir. Çünkü bugün elimizde, geleneksel sendikal çizgiyle örgütlenmesi giderek zorlaşan devasa bir prekarya (güvencesiz çalışanlar kitlesi) var. Üstelik TikTok ve Instagram gibi platformlarda gençler tarafından sağlanan büyük bir “karşılıksız emek” havuzu da mevcut. Proletarya ile bulut serflerini ve prekaryayı bir araya getirecek yollar bulmak zorundayız. Uygulamada, sendikaların bir fabrikada grev düzenlemesi artık tek başına yeterli değil. Bunun, tüketici boykotları ve militan dijital kampanyalarla aynı anda yürütülmesi gerekiyor.

Röportaj: Arthur NESLEN
Çeviren: Kıvanç ELİAÇIK

 

Yayına hazırlayan can çınar

Yorumlar (1)

derya deniz

1 gün önce / 28.04.2025

https://artigercek.com/yazarlar/alp-altinors/tekno-feodalizm-336129 Alp Altınörs'ün değerlendirmeleri de değerli: Varufakis, aslında iktidarı ele geçiren 3-5 kişiyi/oligarkları, derebeylerine benzeterek tekno-feodalizm diyerek tanımlıyor ve bu tanımlama üzerinden yeni bir algı geliştirmeye çalışıyor, sonuca ulaşmaya çalışıyor. Ama Altınörs haklı, bu benzetmeyi yaparken çok fazla şematize ediyor ve aslında kapitalizmin gericileşmesiyle ortaya çıkan bu durumu sanki kapitalizmin sonlanması gibi bir noktaya taşıyor... Kapitalizmi hafifsiyor! kapitalizmin aslında azgınlaştığının altı çizilmesi gerekirken, onu tersine önemsizleştiriyor!

  |   Beğenmedim 0   |   Cevapla