Demokrasi ve Toplumsal Hareketin Krizi başlığı altında bir Datça-Dayanışma etkinliği daha sona erdi. Etkinlik, önceki gün (14 Haziran), Pir Sultan Abdal Kültür Derneğinde gerçekleşti.
Dayanışma-Datça bir süredir 21. Yüzyılda yaşadığımız iklimi, siyasi ortamı, zorlukları ve varsa fırsatlarımızı/olanaklarımızı konuşmaya/tartışmaya/tartıştırmaya çalışıyor. Üst konu başlığı: 21. Yüzyılda Siyasal Olanaklar Nelerdir? Bu amaçla iki hafta önce Faruk Alpkaya ile Liberal Demokrasiyi ve içine girdiği krizleri tartışmakla başlanmıştı. Sonrasında Liberal Demokrasi ile birlikte (ya da karşısında) Sosyalizmi, Faşizmi, Sağ Popülizmi, Kadın ve Çevre Hareketlerini, Müştereklerimizi ya da Kesişimsellikleri tartıştırmak kararlaştırılmıştı. Ama gelecek her türlü konu başlığına da açık olunduğu, amacın birlikte öğrenmek ve birlikte yol yürümek olduğu duyurularda paylaşılmıştı.
Nitekim, ilk öneri Faruk Alpkaya’nın sunumu sonunda Özgür Müftüoğlu’ndan gelmişti, daha önce belirlenen “demokrasi ile sosyalizm”i karşılaştıran ikinci sohbet konusunun yerine, 15-16 Haziran’ın da 55. Yıldönümü olması hasebiyle, “Demokrasi ve Toplumsal Hareketin Krizi” başlığı altında, Özgür Müftüoğlu’nun sürükleyiciliğinde bir sohbet daha yürütüldü. Dayanışma-Datça yaptığı paylaşımlarda, yapılacak sohbetlerde her türlü öneriye, eleştirilere açık olduğunu belirtmişti… Sohbetlerle amaçlananın: yaşadığımız çağı, karşılaştığımız zorlukları anlamak, öğrenmek ve birlikte çareler üretmek ya da çare üretenlerin yanında durmak, birlikte olmak isteği güçlü bir biçimde vurgulanmaktaydı…
Hasan Hüseyin’in şiirinde dediği gibi
gün gün ile barışmalı,
kardeş kardeş duruşmalı,
koklaşmalı-söyleşmeli,
korka korka yaşamak ne...
Salonda kimi genç arkadaşlar olmasına rağmen yine görece yaşlı diyebileceğimiz, 68 ve 78’lerde daha faal olmuş bir kuşak, dinleyici olarak yer almaktaydı. Nitekim gelen ilk soru (ya da katkı da) Emekli Hareketinin içinde yer alan bir arkadaşımızdan, emekli hareketlerini tarifleyerek geldi… Salonda daha çok ak saçlı, yaklaşık 60-70 kişi kadardık.
15-16 Haziran’ın 55. Yıldönümünü anarak konuşmasına başlayan Müftüoğlu’nun sunumu, daha çok emek eksenli toplumsal hareketler üzerinden oldu… sınıf hareketlerinin baskın/belirleyici olmasını vazeden daha (klasik/ortodoksi) Marksist bir bakış açısı içermekteydi… Aslında Marksist/Leninist ya da bilimsel sosyalist iddiası ile değişik işçi sınıfı partilerinin kılavuzluğunu kabul eden bir anlayışın temsilcileri ya da taşıyıcıları olarak salonu dolduranların çoğunda da benzer bir damarın olduğunu; ancak gelenlerin yine de uzun zamandır bu görüşleri ölçüp biçtiğini, bazı “şeyleri” yeniden değerlendirmek istediğini de söylemekte yarar var!
Özgür Müftüoğlu, daha başlarken 15-16 Haziranı (bir anlamda) hala geçmişi güzelleyerek konuştuğumuza göre, onu aşan bir noktada olmadığımıza işaret etmeye çalıştı. Emek hareketinin geldiği nokta itibarı ile (mesela çevre hareketi ile ilişkisi üzerinden sendikalı işçilerin termik santrallerin devamından yana tavır alışları gibi örnekler üzerinden..) hiç de iştah açıcı olmayan dezavantajlı durumlara da işaret etti.
Müftüoğlu, aslında üretim araçlarının özel mülkiyetine dayalı burjuvazinin belirleyeni olduğu bir ortamda demokrasinin pek de mümkün olmadığını daha baştan belirtmişti. Sunumunun ilerleyen dakikalarında 19. ve 20. asırda emek hareketine bağlı olarak toplumsal mücadelelerin ilerlemesini, burjuvazinin ilerlemesi ile karşılaştırdığı bir grafik sundu. Grafik, 1900’lerin neredeyse başından itibaren toplumsal hareketinin gerilemesi ve burjuvazinin ilerlemesinin durdurulamadığını göstermekteydi. Toplumsal hareketlerin düşüşüne-krizine de böylelikle parmak basıyordu, Müftüoğlu. Burjuvazi ile girişilen mücadeleler silsilesi içinde temel bakış açısı emek hareketinin üzerinden kurgulandığında durumlar pek de parlak değildi. Mücadelenin uzlaşmaz olduğuna, uzlaşma çabalarının burjuvazinin doğrudan ya da dolaylı kesimlerince karşılık bulmadığına, yararsız olduğuna da değindi, Müftüoğlu.
Tartışma kısmında da emek hareketinin ve toplumsal mücadelenin yaşadığı kriz, katılımcıların önemli bir kısmı tarafından kabul görmüştü. Bazı katılımcılar, emek hareketinin yaşadığı bu krizin kritik-yaşamsal olduğuna dair tespitlere ekler de yaptı. Emek hareketi dışında kimi çevrecilerin dünyaya kısa zamanlı ömür biçtiğine işaret ederek, bunun mücadele ruhunu olumsuz etkilediğine - ezdiğine vurgu yapanlar oldu. Belki de hem emek hareketinin ve hem de emek hareketiyle birlikte bir mücadele hattı örmesi gereken çevre hareketlerinin kuramlarına varıncaya kadar kendilerini de gözden geçirmelerinin yararlı olduğuna işaret edenler oldu. Benzer bir şekilde sınıf temelli siyasalarımız içinde topyekün ya da kendi tarihimizle, kendi hikayelerimizle yüzleşmekte zorluk çektiğimizi, kendi hikayelerimiz dışında başka hikayeler anlatanlarla birlikte kesişimsellikleri yakalamanın gerekliliğini anlatan katılımcılar da oldu? Termik Santralleri savunan işçilerle nasıl uzlaşılacağını sordu, bir katılımcı? Bir katılımcı, toplumsal hareketleri sadece emek eksenli okumanın hata olacağına, gösterilen grafikte olduğu gibi sanki demokratik haklar alanında hep gerilemeler yaşanmış gibi algı yaratacağına işaret etti ve barış hareketleri, kadın hareketleri, çevre hareketleri ve özellikle lgbti+ hareketleri gibi hak temelli hareketlerin 1900’lerin ikinci yarısında bir hayli ivmelendiğini, çıkışlar yakaladığını ıskalamamak gerektiğini söyledi... Tüm dünyada sendikal ve işçi hareketlerinin özellikle sosyalist sistemin düşmesi ardından giderek ivmesinin düştüğüne işaret etti başka bir katılımcı. Örneğin Gezi Direnişinin ağacın savunulması dışında başka politik anlamlarının olduğuna, genel kabul gören görüşün aksine Gezi’nin pek de kendiliğinden olmadığına ya da son 19 Mart sonrasındaki gelişmelerde olduğu gibi hak savunusunun gençler başta olmak üzere geniş kitleler tarafından sahiplenildiğini ve CHP’yi aştığını, muhalefette yeni şekillenmelere yol açtığına işaret etti ve bu çıkışa tüm kesimlerin destek vermesi gerektiğini, ıskalanmaması gerektiğine dair uyarılar yapanlar da oldu…
İzleyenler arasında soruları olan ama sormamış daha birçok kişi vardı... Örneğin izleyicilerden biri etkinlik sonrası, "benim de kafamda birikmiş sorular var, sorulan soruları doğru çekmecelere yerleştirmeye çalışıyorum"… Neden diye soruyorum ben de… neden, işçi kentlerinde sol, güçlü değil? Neden işçi mahalleleri, şu anda bile AKP’nin en büyük destekçisi anlamaya çalışıyorum" dedi...
Sunumu yapan Özgür Müftüoğlu, Marmara Üniversitesinde Çalışma Ekonomisi hocalarından biriydi. Sendikal mücadele konusunda uzman isimlerden biri, aynı zamanda “bu suça ortak olmayacağız” imza metnine imza koymuş ve KHK ile üniversiteden kopartılmış onurlu akademisyenlerimizden de biri. Sendikal kriz ve esnek çalışma sistemi üzerine birkaç kitabı ile birlikte birçok gazete ve dergide de yayınlanmış yazıları ve makaleleri var.
İlk elde söyleşinin ilk 11 dakikalık kısmı Facebook'tan canlı olarak da yayınlandı: linki için bkz: https://www.facebook.com/share/v/16RATTvNhu/
Söyleşinin önemli kısmını bir süre sonra Dayanışma TV'den de izlemek mümkün olacak...
Yorumlar (0)