Gökyüzü Gri, Ama Umut İnadına Mavi

"Reel sosyalizmin çöküşü, bir binanın temellerinden sarsılması gibiydi. Duvarlar yıkıldığında, altında kalanlar sadece ideolojiler değil, bir arada durmanın gücü, dayanışmanın ateşi, geleceğe olan inançtı. Çöküş, sanki bir ormanın yangında kül olması gibi, toprağı verimsiz bıraktı. Ama doğa, bilirsiniz, küllerden yeniden filizlenir. Yangın sonrası toprakta saklı tohumlar, yağmuru bekler. Solun, devrimcilerin, demokratların durumu da böyle değil mi? Enkazın altında, o tohumlar hâlâ canlı. Ancak bu tohumlar kendiliğinden yeşermez. Toprağı eşelemek, suyu getirmek, güneşi çağırmak gerekir. Politik dip, belki de bu eşeleme anıdır; birleşip, kürekleri ele alma vaktidir."

Gökyüzü Gri, Ama Umut İnadına Mavi

                                                        “Yorulur elbet, söz gibi, sükut da yorulur...”

                                                                                                             Seçil Oğuz

Yıkılan reel sosyalizm duvarı, yalnızca sosyalistleri değil; solun tüm renklerini, devrimcileri, demokratları, umutla yoğrulmuş herkesi enkazın altında bıraktı. Berlin Duvarı’nın tozu dumanı arasında, bir çağ kapandı; idealler, hayaller ve mücadeleler moloz yığınlarına gömüldü. Kimileri bu çöküşü “politik dibe vuruş”, kimileri de “dibe vuruşun başlangıç noktası” olarak adlandırdı. Dibe vurmak, bir cismin suya düşüp en derine çarparak yeniden yüzeye sıçraması gibi, yeniden doğuşun ilk adımı olacaktı. Ama işte, o dip bir türlü bulunamadı. Sanki dibe inmek için yalvaran bir nesne gibi, çaresizce aranır oldu o kutsal zemin. Peki, ya dip yoksa? Ya dip, sadece bir metafor değil, yaratılması gereken bir gerçeklikse? Belki de şimdi, o dibi inşa etme ve dalgayı başlatma zamanıdır. Devrimin çağrısı, bu enkazdan yükselen bir haykırışla yeniden yankılanmalı.

Reel sosyalizmin çöküşü, bir binanın temellerinden sarsılması gibiydi. Duvarlar yıkıldığında altında kalanlar, sadece ideolojiler değil, bir arada durmanın gücü, dayanışmanın ateşi, geleceğe olan inançtı. Çöküş, sanki bir ormanın yangında kül olması gibi, toprağı verimsiz bıraktı. Ama doğa, bilirsiniz, küllerinden yeniden filizlenir. Yangın sonrası toprakta saklı tohumlar, yağmuru bekler. Solun, devrimcilerin, demokratların durumu da böyle değil mi? Enkazın altında, o tohumlar hâlâ canlı. Ancak bu tohumlar kendiliğinden yeşermez. Toprağı eşelemek, suyu getirmek, güneşi çağırmak gerekir. Politik dip, belki de bu eşeleme anıdır; birleşip, kürekleri ele alma vaktidir.

Dibe vuruş, bir boksörün ringde yere serilmesi gibidir. O an, yenilgi gibi görünse de, içindeki ateş hâlâ yanıyorsa, kalkar ve dövüşür. Solun tarihi, böyle kalkışlarla doludur. Paris Komünü’nde barikatlar düştüğünde, işçiler yenildi sanılmıştı; ama o yenilgi, yeni mücadelelerin kıvılcımı oldu. Ekim Devrimi, Çarlığın karanlık zindanlarından doğmadı mı? Küba’da Sierra Maestra’nın sarp kayalıklarında, bir avuç devrimci, imkânsızı mümkün kıldı. Bu örnekler, dibe vurmanın bir son değil, bir başlangıç olduğunu gösteriyor. Ancak bu başlangıç, kendiliğinden gelmez. Dibe vurmak, bilinçli bir seçimdir; yenilgiyi kabul etmeyip, o enkazdan bir kale inşa etme kararlılığıdır.

Peki, neden dip bir türlü bulunamadı? Belki de dip, sabit bir nokta değildir. Suya düşen bir taş gibi, dibe ulaşmak için batmak yetmez; o itici enerjiyi yaratmak gerekir. Öğretilmiş çaresizlik, bizi dibi aramaya mahkûm etti. Sanki bir labirentin içinde, çıkış kapısını değil, en karanlık köşeyi arar gibiyiz. Oysa devrim, labirentin duvarlarını yıkmaktır. Dip, belki de bizim bir araya gelip, “Artık yeter!” dediğimiz andır. O an, bir madencinin kayayı kırdığı an gibi, karanlığın içinden ışığı çıkardığı andır. Dip, bir son değil, bir sıçrama tahtasıdır. Ama bu sıçrama, tek başına olmaz. Bir madencinin tek başına kayayı kırması ne kadar zorsa, devrimin çağrısı da ancak birlikle yanıt bulur.

Birlik, bir nehrin kollarının birleşip denize ulaşması gibidir. Her kol, farklı bir vadiden gelir, farklı bir hikâye taşır, ama birleştiklerinde durdurulamaz bir güç olurlar. Solun, devrimcilerin, demokratların da böyle bir birleşmeye ihtiyacı var. Farklı yollar, farklı mücadeleler, farklı hayaller… Ama hepsi, aynı denize akmak için birleşebilir. Bu birleşme, bir şenlik ateşi gibidir; tek bir kıvılcım yetmez, ama bir araya gelen odunlar, geceyi aydınlatır. Reel sosyalizmin yıkıntıları, bu ateşi yakmak için hâlâ bir malzeme sunuyor. O yıkıntılar, sadece kayıpları değil, kazanımları da hatırlatıyor. Sovyetler’de işçilerin, Küba’da köylülerin, Vietnam’da gerillaların zaferleri, o enkazın içindeki cevherlerdir. Bu cevherleri toplayıp, yeni bir ateş yakma zamanı.

Devrimin çağrısı, bir fırtınanın habercisi gibi yükseliyor. Fırtına, önce sessizce birikir; bulutlar toplanır, rüzgâr usulca başlar, sonra gök gürler. Bugün, solun sessiz birikimi, o fırtınanın habercisidir. Ama fırtına, kendiliğinden kopmaz. Bulutları bir araya getirmek, rüzgârı yönlendirmek, göğü çatlatmak gerekir. Politik dip, bu çatlatma anıdır. Bir heykeltıraşın taşı yontması gibi, sabırla, kararlılıkla, ama tutkuyla çalışmak gerekir. Her darbe, taşı kırar; her birleşme, dibi yaratır. Dip, bir yenilgi değil, bir zaferin başlangıcıdır. O başlangıcı yaratmak için, şimdi ellerimizi birleştirmenin, omuz omuza durmanın, haykırışlarımızı birleştirmenin zamanıdır. Bu çağrı, bir dağın zirvesinden yankılanan bir ses gibidir. Her yankı, bir başka yüreğe ulaşır; her yankı, bir başka mücadele ateşini tutuşturur. Reel sosyalizmin yıkıntıları, bir mezar değil, bir temel olabilir. O temelin üzerine, yeni bir dünya inşa etmek mümkün. Ama bu dünya, bekleyerek değil, birleşerek, dövüşerek, hayal kurarak inşa edilir. Dip, belki de tam şu andır; bir araya geldiğimiz, “Artık yeter!” dediğimiz, devrimi çağırdığımız an. O an, bir dalganın kıyıya vurması gibi, her şeyi değiştirebilir. Şimdi, o dalgayı yaratma zamanı. Devrimin çağrısına kulak ver; çünkü dip, bizim ellerimizle yaratılır, ve yüzeye çıkış, bizim birliğimizle mümkün olur.

Devrim, bir anın çığlığında filizlenir; toplumun nabzı, sessiz bir tuvalde renk olur. Her bir yürek, fırçasını kaosa batırır, ne plan ne kurgu, yalnızca saf bir içgüdüyle. Özgürlüğün ateşi, sokaklarda dans eder; taşlar, haykırışlar, umutlar birleşir, tek bir nefeste. Bu, insan ruhunun taşkınıdır; ne mühendislik tanır ne sınır. Devrim, kalbin yazdığı, kimsenin önceden okuyamadığı kolektif olarak yazılmış bir şiirdir.

Yorumlar (0)

Bu içerik ile henüz yorum yazılmamış

İlginizi Çekebilir