Herkes İşine Baksın: Bir Makinenin Şarkısı
Bazen bir fikir fırtınasının hararetli anlarında, bazen de bir yazının ya da makalenin satır aralarında, pek düşünmeden “işine bak” yahut “herkes işine baksın” gibi ifadeler dökülüverir dudaklarımızdan. Çoğu kez bu sözler, iyi niyetle, belki bir anlaşmazlığı yatıştırmak ya da sınırları nazikçe çizmek gayesiyle söylenir; bunu bilirim. Lakin, bu dilin, masum görünüşünün ardında, bir yerlerde saklı bir kusur barındırdığını, bir eksikliğe işaret ettiğini söylemek isterim.
Bu ifadeler, kimi zaman bir diyalogu kesip atmaya, kimi zaman da bireyleri kendi dünyalarına hapsedip ortak meselelerden uzaklaştırmaya meyyaldir. Sanki bir duvar örülür satır aralarına; nezaket kılığına bürünse de, bu sözler, dinlemeyi ve anlamayı gölgeler. Öyle ki, bir tartışmanın ateşini söndürmek yerine, soğuk bir mesafenin tohumlarını eker. Toplumsal bir yaraya parmak basan bir sese, “sus, bu seni ilgilendirmez” dercesine bir tını taşır bazen.
“Kapitalist iş bölümü” ya da popüler ifadesiyle “herkes işine baksın”, modern dünyanın ritmini belirleyen bir nakarattır; bir makinenin dişlileri gibi işleyen, her bir bireyi belirli bir role sabitleyen bir düzenin marşıdır. Bu ifade, yüzeyde pratik bir çağrı gibi görünse de, edebiyatın merceğinden bakıldığında, insan ruhunun parçalanışına dair bir ağıt olarak yankılanır. Edebi bir eleştiri, bu sözün altında yatan yalnızlığı, yabancılaşmayı ve bireyin anlam arayışını sorgular.
Bireyin Parçalanışı ve Yabancılaşma
Edebiyat, kapitalist işbölümünün birey üzerindeki etkilerini sıkça ele almıştır. Franz Kafka’nın Dönüşüm’ünde Gregor Samsa, bir sabah böceğe dönüşmeden önce, bir iş makinesinin parçasıdır; ailesinin geçimini sağlamak için durmaksızın çalışan bir satış elemanı. “Herkes işine baksın” onun hayat felsefesi değildir belki, ama sistemin ona dayattığı roldür. Kafka, bu rolde bireyin nasıl bir nesneye indirgendiğini, kendi varoluşsal anlamından nasıl koparıldığını gösterir. İşbölümü, Gregor’u bir insan olmaktan çok, bir işlevin taşıyıcısına dönüştürür. Bu, kapitalist düzenin edebi eleştirisinin temel taşlarından biridir: İnsan, işinin bir uzantısı haline geldiğinde, kendi özünü yitirir.
Benzer şekilde, Charles Dickens’ın Zor Zamanlar adlı eserinde, sanayi devriminin fabrikaları ve işbölümü, bireyleri birer istatistiğe indirger. Coketown’un işçileri, makinelerin ritmine göre yaşayan, duygudan ve hayal gücünden yoksun bırakılmış varlıklardır. Dickens, “herkes işine baksın” anlayışının, insan ruhunu öğüten bir makineye hizmet ettiğini ima eder. Bu eserlerde, iş bölümü bir düzen sağlayıcısı gibi görünse de, aslında bireyi kendi yaratıcılığından, toplumsallığından ve hatta insanlığından uzaklaştıran bir tuzaktır.
Toplumsal Dayanışmanın Erozyonu
Edebi eserler, “herkes işine baksın” anlayışının toplumsal bağları nasıl zayıflattığını da sorgular. Albert Camus’nün Yabancı’sında, Meursault’nun topluma karşı kayıtsızlığı, modern dünyanın bireyci ve parçalı yapısına bir gönderme olarak okunabilir. Kapitalist işbölümü, bireyleri kendi görevlerine hapsederken, ortak bir anlam yaratma çabasını baltalar. Meursault’nun anlamsızlık karşısında hissettiği boşluk, belki de bu parçalanmışlığın bir yansımasıdır. İşbölümü, dayanışmayı değil, bireysel hayatta kalmayı yüceltir; bu da edebiyatın sıkça eleştirdiği bir yalnızlık kültürü yaratır.
İnsan Doğasının Tek Boyutluluğu
“Kapitalist işbölümü”, bireyi çok boyutlu bir varlık olmaktan çıkararak onu tek bir işlevle tanımlar. Edebiyat, bu indirgemeci yaklaşımı sıkça eleştirir. Örneğin, Orhan Pamuk’un Benim Adım Kırmızı’da, farklı zanaatkarların (nakkaşların) sanatlarını icra etme biçimleri, iş bölümünün hem yaratıcılığı besleyebileceğini hem de bireyi bir kalıba hapsedebileceğini gösterir. Her bir nakkaş, kendi tarzına sıkışıp kaldığında, bütünsel bir sanat eseri yaratma yetisinden uzaklaşır. Bu, kapitalist işbölümünün bireyi uzmanlaştırırken, onun bütüncül doğasını yok ettiğini anlatır.
Aynı şekilde, Ursula K. Le Guin’in Mülksüzler’inde, kapitalist ve sosyalist düzenlerin işbölümü anlayışları karşılaştırılır. Anarres toplumunda, işbölümü bireylerin özgürlüğüne hizmet ederken, Urras’ta bireyleri köleleştiren bir araca dönüşür. Le Guin, “herkes işine baksın” anlayışının, bireyin özgür iradesini ve yaratıcılığını kısıtlayan bir zincir olabileceğini gösterir.
Metaforik Bir Eleştiri: Makinenin Dili, edebi açıdan, “herkes işine baksın” ifadesi, bir makinenin dilidir; ritmik, mekanik ve ruhsuz. Bu ifade, insan ruhunun kaotik, yaratıcı ve karmaşık doğasını bastırır. Şairane bir bakışla, bu söz, bir şiirin mısralarını kesip biçerek her birini ayrı bir kutuya hapsetmeye benzer. Oysa insan, bir şiirdir; her dizesi birbiriyle bağlantılı, her kelimesi bir bütünün parçasıdır. İşbölümü, bu şiiri parçalara ayırır ve her parçayı bir fabrika bandına yerleştirir.
Nazım Hikmet’in dizelerinde, işbölümü ve kapitalist düzen sıkça eleştirilir. Onun Makinalaşmak şiiri, makineleşmenin insan ruhunu nasıl ezdiğini anlatır: “Makinalaşmak istiyorum!” derken, ironik bir şekilde, insanın makineye dönüşmesiyle kaybettiği özü vurgular. Bu, “herkes işine baksın” anlayışının edebi bir reddiyesidir; çünkü insan, yalnızca işine bakarak var olamaz. İnsan, hayal kurar, sever, isyan eder, düşünür.
Bir Alternatif Arayışı
Edebiyat, kapitalist iş bölümüne karşı alternatif bir dünya tahayyülü sunar. Gabriel Garcia Marquez’in Yüzyıllık Yalnızlık’ında, Macondo’nun erken dönemlerinde, insanlar işbölümü olmadan, dayanışma içinde yaşar. Ancak kapitalist düzenin sızmasıyla, bu topluluk da parçalanır. Marquez, işbölümünün toplumsal bağları çözdüğünü ve bireyleri yalnızlığa mahkum ettiğini gösterir. Edebiyat, bu parçalanmışlığa karşı, insan doğasının bütünlüğünü ve dayanışmayı yücelten bir direniş alanı açar.
Sonuç
“Kapitalist işbölümü” ya da “herkes işine baksın” ifadesi, edebi açıdan, modern dünyanın trajedisini özetler: Bireyin parçalanması, toplumsal bağların çözülmesi ve insan doğasının tek boyutlu hale getirilmesi. Kafka’dan Dickens’a, Nazım’dan Marquez’e, edebiyat, bu anlayışa karşı bir isyan bayrağı kaldırır. İnsan, bir makinenin dişlisi değil, bir şiirin dizeleridir; her biri birbiriyle bağlantılı ve bağlantılı her biri ise bir bütüne aittir.
Edebiyat, bize bu bütünü hatırlatır ve “herkes işine baksın” nakaratına karşı, “herkes birbirine baksın” hatta “herkesin işi birbirine bakmak olsun” diye fısıldar. Hep birlikte…
Yorumlar (0)