Özcan Bayraktar, Yaşam Denizindeki, Sosyalist Sörfçü

" Datça’ya yerleştikten sonra, meydanlar onun sesiyle dolardı yine; her eylemde, her direnişte ön saflarda. Devrimin kalbi gibi çarpardı, sosyalizmin ateşi gibi yanardı. İşçilerin alın terini, ezilenlerin hakkını savunurdu durmadan. Emekli olmazdı, çünkü mücadele bir nehir gibi akardı onun için, durursa taşardı."

Özcan Bayraktar, Yaşam Denizindeki, Sosyalist Sörfçü

Yaşam Denizindeki Sosyalist Sörfçü

Özcan abiyle ilk tanışmamız 1990’lı yıllarda SBP’de,  Sosyalist Birlik Partisi’nde aynı saflardan, aynı partide mücadeleye geçmemizle başladı. Farklı illerde olmamız nedeniyle ara ara görüşürdük, ama Datça’da yollarımız yeniden ve son bir kez daha kesişti; aynı safta, aynı partide…

Datça’nın rüzgarlı meydanlarında, denizin tuzlu nefesiyle karışan bir ses yükselirdi her seferinde. O ses, Özcan Bayraktar’ınkiydi; derin, gür, davudi bir yankı gibi dolanırdı kalabalıkların arasında. Sendikaların tozlu koridorlarında kirlenmemiş bir işçi önderiydi o, elleri nasır tutmuş, yüreği ateşle dolu. Petrol-İş’in ön saflarında yürürdü, işçilerin alın terini savunurken bürokrasinin gölgesine hiç düşmezdi. Her eylemde, her kavgada öncü olurdu; Datça’nın taşlı yollarında, meydanlarında adım adım iz bırakırdı. Devrimin nabzı gibi atardı kalbi, sosyalizmin soluksuz koşusunda dur durak bilmezdi. Emekli olmazdı o, çünkü mücadele bir ömür sürerdi onun için, bitmez bir yol gibi uzanırdı önüne.

Gümüşhane’nin Bahçecik köyünden doğmuş, 1953’ün kasımında, babasının inşaat tozları arasında. Çavuş İbrahim’in oğlu, gazeteden okuduğu tarihle adını koymuştu: Özcan, canın özü gibi. İzmit Sanat Okulu’nda Motor Bölümünü bitirmişti, elleri makine yağlarıyla tanışmıştı erken. Kocaeli Devrimciler Birliği’nde başlamıştı yola, onu sonra 1975’te Türkiye Sosyalist İşçi Partisi’ne götürmüştü.

Petrol-İş’te işçilerin sevgilisiydi, öncülerden biri. Kapalı dönemler geçtiğinde “İşçi Gündemi” bürosunu açmıştı  Sosyalist Birlik Partisi, Birleşik Sosyalist Parti, ÖDP’nin kuruluşunda ter dökmüştü, tartışmalar yaşamıştı ama kırgınlıkları çabuk silerdi.

Halkevleri’nde tiyatro yapardı, halk oyunlarında dönerdi sahnede. Şiiri metal gibi işlerdi okurken, her kelimeyi döverdi demirci gibi, şekil verirdi ateşle. Nurhan’a sevdalıydı; babası vermeyince yoldaşlarıyla kapıya dayanmıştı Borçka’da, inatla almıştı sevdiğini.

Sabah yürüyüşleri severdi, denizin kenarında adım atardı. Yurt dışında bile, dil bilmeden insanlarla bağ kurardı; parkta köpek gezdiren bir adamla dost olurdu, gülümsemeyle anlaşırlardı. Mahallenin bitirimiydi, sosyalist ama bıçkın, “Sıkma canını” derdi yoldaşlarına, her sorunu çözerdi bir yolunu bularak.

Datça’ya yerleştikten sonra, meydanlar onun sesiyle dolardı yine; her eylemde, her direnişte ön saflarda. Devrimin kalbi gibi çarpardı, sosyalizmin ateşi gibi yanardı. İşçilerin alın terini, ezilenlerin hakkını savunurdu durmadan. Emekli olmazdı, çünkü mücadele bir nehir gibi akardı onun için, durursa taşardı.

Şimdi o ses Datça’nın rüzgarında yankılanıyor hala, meydanlarda iz bırakıyor. Özcan, bizim Özcan, işçilerin önderi, sosyalizmin savaşçısı. Kalbi devrimin ritmiyle atardı, elleri metal gibi sert, yüreği yumuşak. Ailesiyle geçirdiği günler, yoldaşlarıyla paylaştığı anılar, hepsi bir miras gibi kaldı geride.

O, sendikaların temiz yüzüydü, bürokrasiye bulaşmadan yürürdü yolunu. Şiiri döverdi demirci gibi, her mısrayı şekillendirirdi ateşle. Datça meydanlarında her kavgada ses olurdu, davudi bir uğultu gibi yükselirdi. Devrim ve sosyalizmin çarpan kalbiydi, emekli olmazdı hiç, çünkü ateş sönmezdi içinde. Bizim Özcan, işçilerin kardeşi, yoldaşların ağabeyi. Gümüşhane’den Datça’ya uzanan bir ömür, alın teriyle yazılmış bir destan. Parti toplantılarında, eylem alanlarında, aile sofralarında hep aynı ateş: Özgürlük için, eşitlik için yanan bir ışık. Torunuyla parkta yürürken, deniz kenarında sohbet ederken, her anı bir ders gibiydi.  Keşke’ler birikmezdi dilinde, çünkü yaşamı dolu dolu yaşamıştı. Ölüm tersine çevirse de her şeyi, anılar kalırdı geride, hasret büyürdü ama umut da. Datça’nın meydanları onsuz eksik şimdi, ama sesi hala duyulur rüzgarda. İşçiler yürüdükçe, devrim yol aldıkça, Özcan’ın kalbi atar durur. Bizim Özcan, sonsuz bir nehir gibi akar gider mücadelede.

Özcan Bayraktar'la 2020 yazında 15-16 Haziranın 50. yılı dolayısıyla  (Nurhan Bayraktar, Özcan Bayraktar, Ferhan Umruk ve Faruk Alpkaya ile) yapılan bir söyleşiye yer veriyoruz:

Yorumlar (1)

Filiz Aydeniz

1 ay önce / 17.10.2025

Ne değerli bir yaşam..ne güzel anlatılacak, iz bırakacak bir yaşam.. anısına saygıyla..

  |   Beğenmedim 0   |   Cevapla