KARAKIŞ SONU - ZEMHERİ BAŞI BETÇE’Sİ
Datça’da Karakış’ı terk edip Zemheri’ye doğru geçmek üzere olduğumuz şu günlerde, (15 Ocak 2024) gündüzler az da olsa uzamaya başladı. Köyümüzün yaşlıları da aynı şeyi söylüyorlar. Yakın zamanda Karakış yerini zemheriye bırakacak diyorlar. Güneş de artık hafiften tenimize dokunmaya başladı. Sabah olmasına karşın, giydiklerim bana hayli ağır gelmeye başladı. Ben de bunun farkına çoktan varmaya başladım. Aslında güneş her yerde baharın gelişini tetikler. Burada da aynı olgu söz konusu… Yürüdüğüm güzergâhta gördüğüm manzara bunu açık bir şekilde anlatıyor. Bir gün yürüdüğüm yoldaki manzara, ertesi güne uymuyor. Çiçekler açıyor, yapraklar uzuyor. Kupkuru iskelete benzeyen sık kefenler (gevenler) yeşeriyor ve müthiş bir görüntü oluşturuyor. Aynı karede kupkuru dalların içinden yeşeren filizler görülmeye değer. Anadolu’nun pek çok yeri Karakış’ta daha uyurken, bu bölge çoktan uyandı bile. Gelin şimdi bu uyanışın göstergelerini birlikte beraber görelim.
Nergizler de artık kendilerini göstermeye başladılar. Doğanın en güzel kokan çiçeklerinin katmerlileri de var.
Palamut Bükü denizini tam da terk ettiğim Gerence noktasından itibaren beni ilk karşılayanlar, buralarda ekşi ot olarak bilinen; aslında Halikarnas Balıkçısı’nın Mavi Yolculuk esnasında Bodrum’dan buralara getirdiği kabul edilen ekşi yoncalar, sapsarı çiçekleri ile insanları karşılıyor. Bu güzel naif çiçekler; çoktan beri, hatta Kasım ayından itibaren buralarda sürekli açıyorlar. Ekşi otun kökleri, domuzlar tarafından çok seviliyor. Bu yüzden de domuzlar her tarafı kazıyorlar. Bu bölgenin çiftçileri çok öfkeli… Bir de bu ekşi otların, çiçekleri katmerli olanı var. Yakamar ve Marin taraflarında oldukça yaygın bu katmerli çiçekler. Bu arada nergisler açtılar ve de geçtiler. Onlar da Kasım ayından itibaren ilk yağmurlarla birlikte uyanıyorlar. Nergis çiçeklerinden katmerli olanları da var. Kokuları gerçekten muhteşem… Yöre halkı onlar için katmer çiçeği diyor. Laleler her yerde çok yaygın. Mor renkten beyaza kadar her tondan renkleri var buralarda. Sadece tam kırmızı yok nedense. Buralarda adı Zemheri çiçeği olarak biliniyor. Onlar da Kasım ayından itibaren açmaya başlıyorlar. Şu anda artık geçmek üzereler. Başka yerlerde anemon olarak bilinen bu güzel çiçekler, Mart’a doğru açmaya başlıyorlar. Ben onları seyrederek yoluna devam ediyorum. Bu arada karabaş otları da artık kendilerini göstermeye başladılar. Buralarda hasret kavuşturan olarak bilinen karabaş otları, aslında lavanta olarak bilinen, artık günümüzde kültüre alınmış olan ve yağı çok makbul olan lavantaların doğadaki ataları. Bu arada Lavandula Cariensis diye sadece Muğla bölgesine has endemik bir türü de mevcut. Sanıyorum Yatağan yolu üzerindeki bölge, bu endemik türün yaşama alanı. Bu bölgenin karabaş otları endemik değil ve yarımadanın her noktasında yaygın olarak bulunuyor. Pamuklan (Girit ladeni) dediğimiz ve Ege bölgesinde çok yaygın bir türün beyaz ve pembe çiçek açanlarını da artık görmeye başladım. Onlar da doğada ayrı bir güzellik oluşturuyorlar. Azgan duydunuz mu; bilmiyorum. Çok dikenli, ağacımsı, sapsarı çiçekleri ile onlar da kendilerini göstermeye başladılar. Azgan, makilik ortamların içinde bolca bulunan ve keçilerin çok sevdiği bir ağaççık. Dikenleri de gerçekten insana battığında hayli acı veriyor. Bu arada kekikler de uyandı. İnsanı hayrete düşüren o kupkuru çalı formları, nasıl oluyor da yemyeşile doğru evriliyorlar? Yağmurların yağması ve güneşin de kendini biraz uzunca göstermesi, damarlarda su yürümesini tetikliyor. İşte her şey bu suyun yürümesi ile başlıyor. Önce yapraklar kendini gösteriyor, sonra da çiçeklenme. O güzelim kekik çeşitleri kokularıyla insanı baştan çıkarıyor. Aslında bir yanım denizin mavisi, diğer yanımda da yeşilin tonları. Bir de sarının hâkim olduğu bir çiçeklenme. Bu ikisinin arasında yürümek, insana huzur veriyor.
Anemonlar (Lale) açmaya başladılar. Beyazdan kırmızıya kadar çok çeşitli anemonlar Betçe’nin süsleri
Şimdi de sizlere ilki diye bir ağaççıktan söz edeceğim. İlkiyi belki de hiç duymadınız. Bu bölgede denize sıfır sahillerde çok yoğun olarak yaşayan, çalı formunda ve sakız ağacının çok yakın akrabası... Şu anda kırmızı ve siyaha dönmüş meyveleri, kuşların çok sevdiği taneli yiyeceklerden. Başka yerlerde melengeç dediğimiz ağaç formları da bu ilkilerin yakın akrabası. Meyvelerini ben de severek yiyorum. Ağızda bir ferahlık bırakıyor. Bu arada halk arasında bilinen bir gerçeği söylemeliyim. Şöyle ki; bu meyvelerden bir avuç ye ve sonra bir bardak su iç. Çok güzel bir ferahlık verir insana. Geçmiş zamanların birinde, emekli öğretmen ağabeyim Hasan Karakaş anlatmıştı. Keklik yaralandığında, kendini hemen ilkinin içine atarmış. İlkinin sürgünlerini gagası ile kırar, akan sıvıyı da yaranın üzerine sürermiş. Hasan Karakaş Öğretmeni rahmetle anıyorum. Çok değerli bir büyüğümüz idi.
Sığırkuyrukları da bu yol kenarlarında kendilerini göstermeye başladılar. Sapsarı çiçekleri ile yol kenarlarında onlar da ben buradayım demeye başladılar. Bakınız daha Karakış’tan zemheriye yeni geçiyoruz. Anadolu’nun pek çok noktası henüz uyurken, buralarda doğa çoktan uyandı. Çiriş ya da çirgiş otlarının çiçek sapları uzamış, ucunda sürgünleri çiçeğe durmuş. Tek tük çiçeklenenler bile var. Yakında onlar da merhaba diyecekler hayata.
Bu sabah dönüş yolunda bir kekliğin muhteşem ötüşüne şahit oldum. O da farkına varmış demek ki güneşin sıcaklığını. Kim bilir; eş çağırıyor belki, derken başka yerden bir ses ona cevap veriyor. Yuva kuracaklar, yumurta koyacaklar yuvaya. Bu arada köylü kardeşlerime sormuştum bir zamanlar. Onlarda bir kekliğin senede 24 tane yumurta yaptığını söylemişlerdi. Bir de ilginç bir bilgi daha aldım. Keklik yuvasını insana yakın yerlere kurarmış. Böylelikle yumurtalarını emniyete alıyormuş. İnsan kokusu ona güvence bir tür veriyormuş. Yabani hayvanların insanlara yakın yerlere sokulamadıklarını keklik biliyor demek ki. Yavrular yumurtalarından çıkınca da yuvayı terk edip, sürekli yer değiştirirmiş.
Bir tür Çiğdem. Adını Roma İmparatorluğunun kurucusu olan Romulus’tan alan Romuleolar.
Adam otu ya da Adem otunu duydunuz mu? Kökü tam insan görüntüsü verdiğinden dolayı bu bitkiye adam otu demişler. Tıbbi bitki olarak biliyorum onu. Onlar da çiçeklerini açmaya başladılar. Morumsu açan çiçekler bir tabla ve etrafında çanak yaprakların tam ortasında görünüyorlar. Adam otları, adım başı karşınıza çıkıveriyor. Yabani sarmaşıkları (clematis) bilirsiniz; onlar da çok erken uyananlardan. Şu anda artık geçmek üzereler. Bütün ağaçları sarıp sarmalayan bu sarmaşıklar, karşıdan beyaz çiçekleri ile sizlere selam dururlar. Bodur ardıç ağacı, çok yoğun bu bölgede... Kahverengi ve fındık büyüklüğünde meyveleri, bu mevsimde bütün kuşların besin kaynağı. Tatlı olan meyveler, kendine özgü aroması ile mükemmel bir meyve. Antalya yöresinde reçelini yaptıklarını biliyorum. Bırakınız bu meyveleri, kuş kurt yesin diyesim geliyor, ama ben de kuşların bu besinine ortak oluyorum. Yürüyüş güzergâhında dikkatli baktığınızda, mor çiğdemler o kadar yoğun ki. Bu çiğdemlerin mor renk yoğun olmak üzere pembeden beyaza giden renkleri mevcut... Bu çiğdemlerin Latince adları Roma imparatorluğunun kurucularından Romulus’a adanmış. Latince adı Romuleo. Bilim dünyası neyi düşündü de, bunlara bu iki bin yıl süren dünyanın en büyük ve en uzun süren imparatorluğunun kurucularından birisinin adını verdi; bilmiyorum.
Yöremizde Azgan olarak bilinen ve dikenleri ile tanınan bitki arılara ziyafet çekiyor ... Adam otu (Adem Otu) Yöremizin bir başka erkencilerinden... Yine erkencilere Karabaş otu. Buralarda Hasret kavuşturan olarak bilinir
Datça, henüz bozulmamış doğası içinde bu güzellikleriyle yaşarken, ben de bu güzelliklerin içinde her gün sabah yürüyüşüme devam ediyorum. Ne yazık ki bir gün gelecek; bu güzellikler yok olacak diye ben korkuyorum. Bir gün gelecek ve bizler o korkunç gerçekle yüz yüze kalacağız. Paranın egemen olduğu bu dünyada, turizm adına işlenen cinayetleri hatırlayalım; Bodrum’un ve Marmaris’in geçmişindeki gelişmeler aynen böyle yaşandı. Bilinçli olarak çıkarılan yangınlar, kaçak yapılaşmalar ve yerel yönetimlerin sessizliği; sonrası malum… O güzelim tarım arazileri ya da ormanlık alanlar bir bir yok edildi. İkinci evler, her yerde çoğaldı. İşte şimdi sıra galiba Datça’ya geliyor. Bakın bu günlerde ben bu yolu arşınlarken, tüm ülke çapında yerel seçimler söz konusu. Belediye başkan aday adayları heyecanla bekleyiş içindeler. Datça, Mart sonunda belediye başkanını seçecek. Ben de sırası gelmişken bu adaylardan isteklerimi bir bir sıralamak istiyorum.
Başkan adayı kardeşim; Datça’ya ne gibi vaatlerin var? Belediye başkanlığını seninle şöyle ya da böyle pazarlıklar içinde olmuş birilerine peşkeş mi çekeceksin? Bak şimdi ben özellikle Betçe yöresinde bizim dışımızda yaşayan yüzlerce bitki ve hayvan türü olduğunu sana söylüyorum. Datça’nın ekosisteminde bizlerle birlikte yaşayan ve tamamen savunmasız, ama görevlerini dört dörtlük yapan bitki ve hayvan gurupları için ne düşünüyorsun? Bak Datça’yı Datça yapan temel faktörlerin başında bu flora ve fauna gurupları geliyor. Bunlardan bazıları da endemik… Yani sadece yöremize ait. Senin başkanlığın bana göre sadece insanın refahı ile sınırlı olmamalı. Tam tersine tüm insanlığın ortak malı olan bitki ve hayvan toplulukları ve bunun yanında da Datça’nın tüm endemik hayat formlarının korunması adına politika yürütmelisin. Benden söylemesi... Bir gün gelip ben senden bunun hesabını sormaya kalktığımda, ne yazık ki biz Datça’yı çoktan kaybetmiş olacağız.
Yorumlar (2)
Aliş
28 gün önce / 26.12.2024Emeğine kalemine sağlık
Beğendim 0 | Beğenmedim 0 | Cevapla
Mustafa Kubilay Çukadar
29 gün önce / 26.12.2024Çok güzel yazı tebrikler selamlar
Beğendim 0 | Beğenmedim 0 | Cevapla