Gülten Akın: Yaşamın ve Direnişin Şairi

"Akın’ın olgunluk dönemi şiirleri, yaşlılık ve ölümle yüzleşmeyi içerir. Sonra İşte Yaşlandım (1995) kitabında, zamanın akışını sorgular: “Ah kimselerin vakti yok / Durup ince şeyleri anlamaya.” Bu ünlü dize, modern hayatın hızında kaybolan incelikleri hatırlatır; şair, “Karanlık bastı mı gelirsin / Penceremin dibinde durursun” gibi imgelerle yalnızlığı somutlaştırır. Şiirleri, bireysel acıyı toplumsal bir eleştiriye dönüştürür; örneğin “Yitikler Gecesi”nde: “Şimdi dünya boşlukta yavaş / Sen bütün canlılardan uzaksın yalnızsın / Rüzgâr uslandı doruklarda / Dağ çiçekleri uykuya vardı / Ay bacadan aştı uyumaz mısın.” Bu dizeler, kayıpların yarattığı boşluğu evrenselleştirir."

Gülten Akın: Yaşamın ve Direnişin Şairi

Gülten Akın, Türk edebiyatının güçlü kadın kalemlerinden biri olarak tanınır. 23 Ocak 1933’te Yozgat’ta doğdu ve 4 Kasım 2015’te Ankara’da aramızdan ayrıldı. Hukuk eğitimi almış, avukatlık ve öğretmenlik yapmış bir aydın olarak, Anadolu’nun çeşitli köşelerinde geçen yılları şiirlerine derin bir toplumsal duyarlılık kattı. İkinci Yeni akımının izlerini taşıyan erken dönem şiirleri, bireysel duyguları ve doğa imgelerini ön plana çıkarırken, 1970’lerden itibaren halkın acılarını, kadınların mücadelesini ve toplumsal adaletsizlikleri merkeze aldı. Akın, şiirini “halkta var olan öz ve biçimi diyalektik olarak yükseltmek” amacıyla şekillendirdi; folklorik unsurları modern bir dille yoğurarak, ağıtlar, türküler ve destanlar üzerinden bir direniş edebiyatı yarattı. Onun şiiri, sadece estetik bir ifade değil, aynı zamanda bir vicdan çağrısıdır: Acıyı paylaşmak, yalnızlığı aşmak ve umudu yeşertmek için.

Akın’ın şiir yolculuğu, bireysel iç dünyadan toplumsal panoramaya doğru evrilen bir serüvendir. İlk kitabı Rüzgar Saati (1956) ile başlayan bu yol, doğa ve aşk temalarını lirik bir tonda işler. Örneğin, “Seni Sevdim” şiirinde aşkı, yavaş yavaş büyüyen bir özsu gibi tasvir eder: “Seni sevdim, seni birdenbire değil usul usul sevdim / ‘Uyandım bir sabah’ gibi değil, öyle değil / Nasıl yürür özsu dal uçlarına / Ve günışığı sislerden düşsel ovalara / Susuzdu, suya değdi dudaklarım seni sevdim.” Bu dizeler, sevginin aceleci olmayan, doğal bir akışını yansıtır; şairin erken dönemindeki bireysel duyarlılığı, doğanın ritmiyle iç içedir. Aşk burada, susuzluğun giderilmesi gibi temel bir ihtiyaçtır, ancak aynı zamanda toplumsal bağların öncüsüdür. Akın, sevgiyi bireysel bir kurtuluş olarak değil, kolektif bir tamamlama olarak görür: “Seni sevdim, sevgilerim senden geçerek bütünlendi.”

Zamanla, Anadolu’daki yaşam deneyimleri Akın’ın şiirini dönüştürür. Eşinin görevleri nedeniyle Gevaş, Alucra, Gerze gibi ilçelerde geçen yıllar, ona halkın yoksulluğunu, göçü ve baskıları yakından gösterir. Bu dönem, şiirlerinde toplumsal temalara geçişi işaret eder. Kestim Kara Saçlarımı (1960) kitabı, bu dönüşümün simgesidir. Başlık şiirinde, kadın kimliğinin toplumsal dayatmalara karşı isyanını okuruz:

Uzaktı dön yakındı dön çevreyi dön
Yasaktı yasaydı töreydi dön
İçinde dışında yanında değilim
İçim ayıp dışım geçim sol yanım sevgi
Bu nasıl yaşamaktı dön.

Burada, saç kesmek bir özgürleşme eylemidir; geleneksel normlara meydan okuma. Şair, “Kestim kara saçlarımı – n’olacak şimdi – / Bir şeycik olmadı deneyin lütfen / Aydınlığım deliyim rüzgarlıyım” derken, kadınların bastırılmış öfkesini özgür bir coşkuya dönüştürür. Bu şiir, feminist bir manifesto gibidir: Toplumun “ayıp” diye damgaladığı iç dünyayı, dışa vurulan bir aydınlığa çevirir. Toplumsal acılar, Akın’ın şiirinde destansı bir boyut kazanır. Maraş’ın ve Ökkeş’in Destanı (1972) gibi eserlerde, halkın mücadelelerini epik bir dille anlatır. 1980’lerdeki siyasi baskılar, şiirlerine hapis, işkence ve kayıplar olarak yansır. “Deli Kızın Türküsü”nde, bu kaosu delilik metaforuyla işler:

Sana büyük caddelerin birinde rastlasam
Elimi uzatsam tutsam götürsem
Gözlerine baksam gözlerine
Söz olmaz yalnızca
Deli gibi bakıyorsam sana
Çaresizliğim yüzünden sevgilim
Çaresizliğim.

Bu şiir, Sezen Aksu tarafından bestelenerek geniş kitlelere ulaşmıştır; çaresizlikten doğan bir isyan türküsüdür. Yağmurlar, rüzgarlar ve doğa imgeleri, Akın’ın şiirinde sıkça görülür; örneğin “Uzun Yağmurlardan Sonra”da:

Sen yağmurlu günlere yakışırsın
Yollar çeker uzak dağlar çeker uzak evler
Islanan yapraklar gibi yüzün ışır / Işırsa beni unutma.

Yağmur, hüznü ve yenilenmeyi simgeler; şair, ayrılıkta bile umudu korur.

Akın’ın olgunluk dönemi şiirleri, yaşlılık ve ölümle yüzleşmeyi içerir. Sonra İşte Yaşlandım (1995) kitabında, zamanın akışını sorgular: “Ah kimselerin vakti yok / Durup ince şeyleri anlamaya.” Bu ünlü dize, modern hayatın hızında kaybolan incelikleri hatırlatır; şair, “Karanlık bastı mı gelirsin / Penceremin dibinde durursun” gibi imgelerle yalnızlığı somutlaştırır. Şiirleri, bireysel acıyı toplumsal bir eleştiriye dönüştürür; örneğin “Yitikler Gecesi”nde:

Şimdi dünya boşlukta yavaş
Sen bütün canlılardan uzaksın yalnızsın
Rüzgâr uslandı doruklarda
Dağ çiçekleri uykuya vardı
Ay bacadan aştı uyumaz mısın.

Bu dizeler, kayıpların yarattığı boşluğu evrenselleştirir.

Gülten Akın’ın mirası, şiirin dönüştürücü gücündedir. O, kadın şairlerin öncüsü olarak, bireysel duyguları toplumsal mücadelenin parçası yaptı. Şiirleri, kırktan fazla besteyle yaşamaya devam eder; halkın sesi olur. Akın, “Beni öldürürse bu umut öldürür” derken, umudun çaresizlikle iç içe olduğunu vurgular. Onun kalemi, Anadolu’nun rüzgarı gibi özgür ve dirençlidir; okuru, incelikleri anlamaya davet eder.

Yorumlar (0)

Bu içerik ile henüz yorum yazılmamış