1. Zamanın Kırıldığı Anlar
Devrimler, tarihin çizgisel akışında derin kırılmalar yaratan ayrıcalıklı anlardır. Bu kırılma anlarının en büyük özgünlüğü, kitlelerin aracısız bir biçimde tarih sahnesine çıkması ve kendi kaderlerine hükmetmeye başlamasıdır. Devrimler olmasaydı, tarih içi boş, nötr bir anlatı olurdu; yalnızca vakanüvislerin kronikleriyle sınırlı kalırdı.
Enzo Traverso, “Devrimler tarihin soluk alıp vermesinin dışavurumudur.”¹ der. Troçki ise Rus Devriminin Tarihi adlı eserinde bu soluk alışın özünü şöyle tanımlar:
“Bir devrimin tarihi, bizim için her şeyden önce kitlelerin kendi kaderleri üzerinde egemenlik alanına zorla girmelerinin tarihidir.”²
Devrimler, zamanın ve mümkün olanın sonsuz biçimde genişlediği, kolektif ve yaratıcı eylemlerdir. Önceden çizilmiş rotaları yoktur; her biri kendi zamanı ve mekânı içinde biriciktir.
John Reed, Meksika çöllerinde açlıktan küçülmüş bir bedenin ağzından şu sözleri aktarır:
“Devrim iyidir. Gerçekleştiği zaman, eğer Tanrı izin verirse, asla, asla, asla açlık çekmeyeceğiz... Ama daha çok var; ve bizimse ne yiyeceğimiz ne de giyeceğimiz var...”³
Ama o açlık, işte tam da devrimin doğduğu yerdir. Meksika Devrimi belki en fazla yenilen, ama aynı zamanda modern çağın en fazla iz bırakan devrimlerinden biridir.
2. Bedenler, Açlık ve Umut
Açlıktan küçülmüş çıplak bedenler, devrimlerin değişmez imgelerinden biri olmuştur. Medusa’nın Salı tablosuna ya da Halka Yol Gösteren Özgürlük’e bakın; ufku gösteren güçlü bedenlerin yanı başında her zaman açlıkla, ölümle, yoksullukla yüz yüze perişan bedenler görürsünüz.
Devrim, bu iki uç arasında nefes alır: Bir yanda yaşamın en güzel unsurlarını herkesin erişimine açmak isteyen bir düş, diğer yanda açlığı, yoksunluğu, ölümü aşmaya çalışan zaruri bir eylem.
Kristin Ross, Paris Komünü’nü anlatırken bu gerilimi “ortak lüks” kavramıyla açıklar:
“Ortak lüks, yaşamın en iyi, en güzel unsurlarının herkesin erişimine açık olduğu bir dünyayı tahayyül etme gücüdür.”⁴
Devrim, tam da bu tahayyül ile zaruret arasındaki o ince çizgide yaşar.
3. Kuram ve Kader Arasında
“Revolution” sözcüğü, 16. yüzyılda gök cisimlerinin kendi etrafında dönmesi anlamında kullanılıyordu. İngilizler, 1688’deki anayasal dönüşümü “Glorious Revolution” olarak adlandırırken hâlâ meşru olanın geri dönüşünden bahsediyorlardı. Fransız Devrimi ise bu anlamı kökten değiştirdi. Artık mesele bir döngü değil, bir kopuştu: İnsanlık ilerleme ve özgürleşme yolunda geri dönüşsüz bir sıçrama yapmıştı.
On dokuzuncu yüzyıl, bu ilerleme fikrine duyulan inancın doruğuydu. İnsanlığın tarihi, ilkel olandan özgürlüğe doğru tek yönlü bir çizgide akıyor gibi görünüyordu. Marx bu düşünceyi, kendi deyimi ile, maddi temellerine oturttu. Siyasal İktisadın Eleştirisine Katkı (1859)’da şöyle yazar:
“Gelişmenin belli bir evresinde, toplumun maddi üretici güçleri mevcut üretim ilişkileriyle çatışmaya girer... İktisadi temeldeki değişiklikler eninde sonunda bütün muazzam üstyapının dönüşümüne yol açar.”⁵
Marx, daha Paris Komünü cereyan ederken kaleme aldığı Fransa’da İç Savaş(1871) gibi eserlerde devrimlerin insanların eylemleri, iradeleri, başarıları ve hataları ile şekillenen kolektif yaratımlar olduğunu defalarca dile getirmiştir.
Ancak yukarıdaki satırlar, sonraki kuşakların devrim anlayışı üzerinde daha belirgin bir etkiye sahip olmuştur. Menşevikler, bu rasyonel sıralamaya dayanarak Rusya’da henüz sosyalist bir devrimin mümkün olmadığını savundular. Onlara göre Rusya için mümkün olan tek devrim, burjuvazi önderliğinde gerçekleşecek bir burjuva devrimiydi. Ama Petrograd sokaklarında “Barış, Ekmek, Toprak!” diyen kitleler, teoriyi fiilen geçersiz kıldılar. Kışlık Saray’a yürüyen o kalabalıklar, kendi devrimlerinin ne tür bir devrim olacağına kendileri karar verdiler.
4. Yeniden Düşünmek
Bugün, her türlü umudun kötülüğün sert duvarına çarptığı, distopyaların çoğaldığı bir dünyada devrim kavramı hâlâ bize bir şey söylüyor mu? Devrimlere nasıl yaklaşmalıyız? Onları hangi teoriyle, hangi dille anlamalıyız?
Bu yazı dizisinde bu soruların peşinden giderken, devrimleri tarihsel olaylar olarak değil, insanlığın ortak düş görme yetisinin ifadesi olarak düşünmeye çalışacağız.
Belki de “ortak lüks” tam olarak budur: Açlıkla başlayan, ama herkesin nefes alabileceği bir dünyanın düşü.
Dipnotlar
Yorumlar (0)