Nihal Candan’ın cezaevinden hastaneye uzanan yaşam ve ölüm süreci, yalnızca bireysel bir trajedi değil; modern toplumun gösteriyle kurduğu çarpık ilişkinin çarpıcı bir tezahürü adeta. Bir sosyal medya fenomeninin giderek zayıflayan bedeninin ve sağlık durumunun adım adım ifşa edilmesi, sadece medyanın değil, toplumun tamamının etik sınavını gözler önüne serdi. Bu süreçte tanık olduğumuz şey, Guy Debord’un yıllar önce tanımladığı “gösteri toplumu”nun dijital çağdaki karanlık yüzü; gerçek acının, ölümün, mahremiyetin metalaştırıldığı, görselleştirildiği ve kitlesel tüketim nesnesine dönüştüğü bir çağ.
Bu temsillerde beden yalnızca bir haber nesnesi değil, izleyiciye sunulan bir “seyirlik” haline geldi. Jean Baudrillard’ın (1994) “simülakrlar ve simülasyon” kavramsallaştırmasıyla düşündüğümüzde, burada gerçeklik yerini gösteriye bırakırken; bir kadının yaşadığı bedensel çöküş, “izlenebilir” içerik kategorisine indirgendi. Dolayısıyla mesele yalnızca bir kadının yaşadığı sağlık sorunları değil, medya tarafından bu sürecin nasıl temsil edildiği.
Nihal Candan’ın bedeninin kamera önünde adım adım erimesi, “hastalık” olarak değil, “ilginç içerik” olarak kurgulandı. Görüntülerin kimi zaman yakınları, kimi zaman medyadaki odaklar aracılığıyla servis edilmesi, bir insanın çöküşünün nasıl bir “seyirlik ölüme” dönüştürüldüğünü gözler önüne serdi. Bu tür temsiller, yalnızca etik değil, aynı zamanda insani sınırların da açıkça ihlali değil mi?
Debord’un deyimiyle “gösteri, gerçek hayatın yerini alan temsillerin egemenliği.” Artık neyin gerçek, neyin temsil olduğunu ayırt etmek zorlaştı. Candan’ın yaşadığı şey, bir sağlık süreci değil, kamusal alanda sergilenen, yönlendirilen ve nihayet dramatize edilen bir “bedensel anlatı”ya dönüştürüldü. Gerçekliğin yerini görüntü alırken, acının kendisi değil, görüntüsü dolaşıma girdi.
Hastanede tedavi gören bir bireyin görüntüsünün kamuya açık bir biçimde paylaşılması, hasta haklarının ve insan onurunun da açık ihlali. Mahremiyet hakkı, tıpkı yaşam hakkı gibi temel bir değer. Fenomen olmak ya da kamusal figür haline gelmek, bireyin en kırılgan hâllerinin teşhirini meşrulaştırmaz. Özellikle de sağlık kurumlarında, kişinin yaşamına dair kararlarını kendisinin veremeyecek kadar zayıf düştüğü durumlarda, sorumluluk doğrudan yakınlarına ve sağlık sistemine ait.
Bu noktada yalnızca medya değil, görüntü çeken ve yayan herkes sorumlu. Paylaşım yapılan videolarda, Nihal Candan’ın rızasının olup olmadığı sorgulanmadı. Gündemde kalma arzusunun, hasta mahremiyetinden daha güçlü olduğu bir toplumsal düzen, yalnızca medyanın değil izleyicinin de ahlaki erozyonunu göstermiyor mu?
Candan örneği yalnızca medya etiği açısından değil, beden politikaları ve güzellik idealleri açısından da düşünülmeli. Bireylerin bedenlerinden hoşnutsuzluğu, büyük ölçüde medyanın ve dijital kültürün dayattığı güzellik normlarıyla ilişkili.
Daha önceki çalışmalarımda medyanın “ince beden idealini” nasıl kutsadığını ele almıştım. Bu güzellik normları, “ince olmak”la eş değer hale getirilen bir başarı anlayışı sunarken çoğunlukla kadınlar üzerinde yıkıcı etkiler doğuruyor. Bu normlar -yalnız ulusal değil, küresel medya tarafından da üretilip homojenleştiriliyor- ideal beden imgesi yaratmakla kalmıyor aynı zamanda yeme bozuklukları gibi ciddi psikolojik ve fiziksel travmalara da kapı aralıyor. Güzellik artık bir tercih değil, bir toplumsal dayatma hâline geldi. Zayıflık, kadınlığın estetik kodu olarak kodlanırken, bunun dışına çıkan bedenler ya görünmez kılınıyor ya da dalga konusu ediliyor.
Nihal Candan örneğinde bu kodlar tersinden işledi. Zayıflığın uç noktası hem estetik bir çöküş hem de “şaşkınlıkla izlenmesi gereken” bir sahneye dönüştü. Bu, yalnızca bedenin değil, aynı zamanda aklın ve ruhun da çöküşü; ancak medya bunu da görsel bir haz nesnesine çevirmekte hiçbir sakınca görmedi.
Gösteri toplumunun yeni versiyonu: Dijital seyircilik
Guy Debord’un “gösteri toplumu” kavramı, günümüzde sosyal medya ve dijital kültürle daha da pekişti. Debord, gösterinin bireyleri edilgen bir izleyiciye dönüştürdüğünü söylerken, bugün bu izleyiciler aynı zamanda üretici konumundalar. Sosyal medya kullanıcıları yalnızca Nihal Candan’ı izledi, onu çekti, paylaştı, yorumladı ve bu içerikten etkileşim sağladı. Seyircilik, aktif bir üretime dönüştü; bedenin çöküşü, içerik üretimi için bir araç haline getirildi.
Gösteriye karşı direnmek
Debord’un belki de en önemli uyarısı, bu gösteri düzenine karşı düşünsel ve etik bir direnişin mümkün olduğu. Direnişin ilk adımı, görüntünün cazibesine kapılmadan gerçeği, yani insanı görmeye çalışmaktır. Nihal Candan’ın ne hissettiği, neye ihtiyaç duyduğu, ne aradığı gibi sorular, görüntünün altına gömüldü. Onun sesi değil, sadece bedeni konuşturuldu. Mahremiyeti elinden alınırken, iç sesi bastırıldı, yalnızca bir “olay”a dönüştürüldü.
Bu nedenle gösteriye direnmek, aynı zamanda bir etik duyarlılık meselesi. Bu duyarlılık, görünürlüğe karşı duyulmayı gerektirir.
Medya etiği ve kamusal sorumluluk
Bu noktada medya etiği sorusu kaçınılmaz hale gelir. Medya neyi göstermelidir? Hangi içerikler kamusal yarar taşır? Mahremiyetin sınırları nerede başlar? Özellikle kadın bedeni söz konusu olduğunda, bu sorular çok daha karmaşık hale gelir. Medya, yalnızca olanı göstermez; aynı zamanda görme biçimlerini de inşa eder. Kadın bedeninin yalnızca “güzelliğiyle” değil, çöküşüyle de tüketime açıldığı bir medya ortamında, en çok ihlal edilen şey etik sorumluluk.
Nihal Candan’ın yaşadığı süreç, popüler kültürün ve medyanın bedenle kurduğu sorunlu ilişkinin açık bir göstergesi. Beden, bu sistem içinde hem anlam taşıyıcı hem de tüketim nesnesi. Medya, güzellik ideallerini yeniden üreterek yalnızca estetik bir model sunmaz; aynı zamanda bedensel çöküşü dahi bir anlatı formuna dönüştürür. Bu dönüşüm ise hem bireysel sağlık hem de toplumsal normlar açısından ciddi riskler barındırır.
Medya, Candan’ın anoreksiya tanısını, kilo kaybını, kalp durması gibi tıbbi verileri aktarırken, tamamen bir vitrini andıran anlatıda, gerçekliğin kendisi değil, onun habercilikle harmanlanmış, dramatize edilmiş temsili öne çıkarıldı. İzleyici bir sağlık sürecinden ziyade, hızla tüketilen bir performans izledi. Bu sürecin, yeme bozukluğuyla mücadele eden diğer bireyler için ciddi tetikleyici etkiler doğurabileceği da göz ardı edildi.
……
Ancak hâlâ bir seçeneğimiz var: seyretmemek. Belki de sorulması gereken soru şu, gösteriye katılacak mıyız, yoksa hakikatin sessizliğinde insan kalmayı mı seçeceğiz?
Yazının tamamı için: https://t24.com.tr/yazarlar/yasemin-giritli-inceoglu/bir-bedenin-seyirlik-olume-donusumu,
Teşekkürler; Yasemin Giritli İnceoğlu ve t24.com.tr
Dayanisma.datca.org ‘un notu: NihalCandan İşte Benim Stilim adlı TV yarışması ile tanındı ve bu bilinirliği sosyal medyaya taşıdı. Kendine ait bir güzellik merkezi açtı. Nihal ve Bahar Candan kardeşler tarzları, açıklamaları ile sürekli gündeme gelirken, son olarak kara para aklama ve dolandırıcılık suçundan tutuklandılar. Aşırı kilo kaybettiği için sağlık sorunları gerekçe gösterilerek tahliye edilmişti.
Yorumlar (0)