Ekolojik Krizde Muhalefetin Çözüm Çıkmazı !

Türkiye’deki mevcut siyasal aktörler, özellikle de kendisini “kamucu” ve “halkçı” söylemlerle tanımlayan Cumhuriyet Halk Partisi, bu ekolojik krizi çözme kapasitesine sahip olduğunu iddia etmekle birlikte, pratikte bu düzenin dışına çıkabilecek yapısal bir konumlanışa sahip değildir. Sorun, herhangi bir partinin niyeti ya da sorunları tariflemesinden çok, partilerin içinde konumlandığı ekonomik ilişkilerin ve toplumsal güç dengelerinin belirleyiciliğidir.

Ekolojik  Krizde Muhalefetin Çözüm Çıkmazı !

Türkiye’de yaşanan ekolojik tahribat, herkesin bilip konuştuğu sorunların ötesinde, ekonomik yapının, siyasal karar alma süreçlerinin ve sermaye birikim mekanizmalarının bütünlüğü ve etkileşimi içerisinde ortaya çıkan sistemsel bir sonuçtur. Ormanların, su havzalarının, kıyıların, atmosferin ve tarım alanlarının hızla sermaye birikiminin dolaşım alanlarına dönüştürülmesi özü itibarıyla sınıfsal bir meseledir. Bu nedenle ekoloji mücadelesi, her şeyden önce toplumsal eşitsizliklerin ve iktisadi sömürü ilişkilerinin görünür hale geldiği bir siyasal mücadele alanıdır.

Türkiye’deki mevcut siyasal aktörler, özellikle de kendisini “kamucu” ve “halkçı” söylemlerle tanımlayan Cumhuriyet Halk Partisi, bu ekolojik krizi çözme kapasitesine sahip olduğunu iddia etmekle birlikte, pratikte bu düzenin dışına çıkabilecek yapısal bir konumlanışa sahip değildir. Sorun, herhangi bir partinin niyeti ya da sorunları tariflemesinden çok, partilerin içinde konumlandığı ekonomik ilişkilerin ve toplumsal güç dengelerinin belirleyiciliğidir.

Ekolojik Yıkımın Ekonomik Temeli

Ekolojik yıkımı oluşturan odaklar, enerji üretiminden madenciliğe, turizm yatırımlarından altyapı projelerine kadar geniş bir alanda sermaye birikiminin ihtiyaçları doğrultusunda işleyen bir düzenden beslenir. Bu alanlar aynı zamanda siyasal partilerin finansal ve idari ilişkilerinin şekillendiği, kadroların ve yerel yönetimlerin konumlandığı stratejik alanlardır.

Termik santrallerin kapatılamaması, siyanürlü altın madenciliğinin ve vahşi madencilik uygulamalarının sonlanmaması veya kıyıların sermayeye açılmasının engellenememesi, teknik veya idari yetersizliklerden çok, bu kirli ve herkesin bildiği ekonomik düzene siyasal aktörlerin finansal bağımlılık ilişkilerinin sonucudur.

Bu bağlamda CHP, tarihsel olarak benimsediği kalkınmacı-modernleşmeci yaklaşımın sonucu olarak, bugün bu ekonomik düzenin çatısı altında hareket eden bir siyasal aktördür. Dolayısıyla ekoloji alanında önerdiği dönüşüm programları, çoğu zaman sermaye birikim rejiminin sınırlarını aşmayan, yapısal olarak uyumlu fakat dönüşüm kapasitesi zayıf açılımlara dönüşmektedir.

CHP’nin Ekolojik Alandaki Sınırları

Cumhuriyet Halk Partisi'nin (CHP) çevre ve ekoloji politikalarında ortaya çıkan çelişkiler, ne bireysel hataların ne de "yanlış siyasi" kararların sonucudur. CHP'nin ekolojik yıkımı önlemeye yönelik kapsamlı bir siyasal karşı duruş geliştirmesini kısıtlayan en büyük etken, partinin ekonomik arka planını oluşturan büyük sermaye grupları ve yerel yönetim ilişkileridir. Bu güçlü ekonomik çıkar gruplarının etkisi altında kalan CHP'nin, ekolojik yıkımı durduracak kadar radikal ve bütüncül bir siyaset izlemesi, mevcut toplumsal güç dengeleri içerisinde oldukça sınırlı ve zorlu bir ihtimal olarak kalmaktadır.

Bu sınırlılık; kömürden çıkış programlarının uygulanamaması, kıyı ve orman talanına karşı tutarsız pozisyon alınması, mega projelere karşı geç kalınmış veya çekimser tutumlarla somutlaşmaktadır. Tüm bu tutarsızlıkların temel nedeni, partinin dayandığı toplumsal ve ekonomik ilişkiler bütünüdür. Bu ilişkiler ağı, partinin ekolojik yıkıma karşı köklü ve radikal bir karşı duruş üretmesine elverişli değildir. Yani, parti, ekolojik çıkarları destekleyen bir tabana sahip olsa bile, ekonomik destekçileri ve ilişkileri nedeniyle bu çıkarlar doğrultusunda hareket etmekte zorlanmaktadır.

Ekoloji Mücadelesinin Toplumsal Özne Sorunu

Türkiye'de ekolojik tahribatın karşısındaki en tutarlı ve kararlı direniş, siyasal partilerden değil, Akbelen'de ormanlarını, Fatsa'da sağlığını savunan köylüler, kadınlar ve Kazdağları, Cerattepe gibi birçok bölgede yaşam alanları tehdit edilen halk kesimlerinden gelmektedir. Bu uzun soluklu direnişler, yalnızca çevreyi değil; köylünün geçimini sağlayan tarımı, sağlıklı yaşam hakkını, suya ve gıdaya erişimi savunarak, ekoloji mücadelesinin sınıflar arasındaki eşitsiz ilişkilerin en görünür olduğu siyasal alanlardan biri olduğunu kanıtlamaktadır. Bu nedenle ekolojik adaletin sağlanması, yalnızca yeni yasalarla değil; toplumsal öznenin güçlenmesi ve halkın kendi yaşam alanları üzerindeki kolektif karar alma gücünü oluşturmasıyla mümkün olacaktır.

Ekolojik Adalet Halkın Mücadele Gücünde Somutlaşır

Türkiye’de yaşanan ekolojik yıkımı, mevcut parlamenter sistem içinde durdurmak bugün için mümkün görünmüyor. CHP de dahil hiçbir büyük parti, sermaye düzeninin belirlediği ekonomik ve siyasal sınırları aşmadan bu yıkımı gerçekten önleyemez. Bu yüzden çözüm, siyasi partilerin seçim dönemlerinde verdikleri sözlerde değil; yaşam alanlarını korumak için mücadele eden insanların örgütlü gücündedir.

Ekolojik adalet ancak halkın kendi iradesini örgütleyip siyasal bir güç hâline getirmesiyle, emeği ve doğayı birlikte savunan ortak bir toplumsal hareketle sağlanabilir. Türkiye’de bu mücadelenin en canlı ve kararlı örnekleri yıllardır sahada görülmektedir. Gerçek değişim, iktidar ya da muhalefet partilerinden değil; doğrudan halkın örgütlü direnişinden doğmaktadır.

Gerçek dönüşümün kaynağı da tam olarak burada, yani halkın kendi ortak gücündedir. 

Yorumlar (0)

Bu içerik ile henüz yorum yazılmamış