Mandanın Yuvası Nerede?

Düşünün ki, bir düğün salonundasınız. Işıklar yanıp sönüyor, davul zurna coşmuş, halay başı mendil sallıyor. Ve birden hoparlörlerden o efsanevi şarkı yükseliyor: “Manda yuva yapmış söğüt dalına, yavrusunu sinek kapmış amanı amanı!” Millet ayağa kalkıyor, eller havada, ayaklar ritim tutuyor. Sanki mandanın söğüt dalına yuva yapması dünyanın en doğal şeyi. Fizik kuralları mı? Hangi fizik? Newton’un yerçekimi yasası burada geçersiz, çünkü manda uçuyor, sinekler yavruları kapıyor ve biz yıllarca buna alkış tutuyoruz. Atmosfer boşluğunda mı yaşadık, yoksa paralel evrende mi? Bilmiyorum ama eminim ki, Einstein bile bu şarkıyı duysa görelilik teorisini gözden geçirirdi: “Enerji eşittir manda kütlesi çarpı sinek hızının karesi” falan diye.

Mandanın Yuvası Nerede?

   Ah be sevgili okur,

Yaşlı amcalar ve teyzeler, biz Z kuşağının müziğini “gürültü” diye küçümsüyorlar. Sanki bugüne kadar yaptıkları müzik senfoni kıvamında sanat eserleriymiş gibi. Gelin şu konuya bir el atalım da, yıllardır içinizde biriken o “amanı amanı” nidalarını ortaya dökelim.

Düşünün ki, bir düğün salonundasınız. Işıklar yanıp sönüyor, davul zurna coşmuş, halay başı mendil sallıyor. Ve birden hoparlörlerden o efsanevi şarkı yükseliyor: “Manda yuva yapmış söğüt dalına, yavrusunu sinek kapmış amanı amanı!” Millet ayağa kalkıyor, eller havada, ayaklar ritim tutuyor. Sanki mandanın söğüt dalına yuva yapması dünyanın en doğal şeyi. Fizik kuralları mı? Hangi fizik? Newton’un yerçekimi yasası burada geçersiz, çünkü manda uçuyor, sinekler yavruları kapıyor ve biz yıllarca buna alkış tutuyoruz. Atmosfer boşluğunda mı yaşadık, yoksa paralel evrende mi? Bilmiyorum ama eminim ki, Einstein bile bu şarkıyı duysa görelilik teorisini gözden geçirirdi: “Enerji eşittir manda kütlesi çarpı sinek hızının karesi” falan diye.

Biz Z kuşağı donakalmışken, hemen arkasından başka bir hit geliyor: “Erik dalı gevrektir, amanın basmaya gelmez!” Ya hu, erik dalı gevrektir diye dans etmek nedir? Sanki erik ağacı bize hayat dersi veriyor: “Sakın basma, kırılır!” Ama biz basıyoruz, hem de nasıl! Halayda, horonda, zeybekte… Erik dalı kırılıp kırılmadığını düşünmeden, yıllarca bu sözlerle coşuyoruz. Peki, bu şarkıların sözleri üzerinde hiç durup düşünmedik mi? Abilerim, ablalarım, teyzelerim, dayılarım… Çalıp oynadığınız o müziklerin derinliğinde bir manda, bir sinek, bir erik dalı var. Eğlence anlayışımız bu kadar mı sanatsal? Mandanın yuva yapmasını kutlarken, sanki National Geographic belgeseli izliyormuş gibi yapıyoruz ama belgeselde manda suda yüzer, dalda değil! Bu nasıl bir kurgusal gerçeklik? Belki de bizler gizli sürrealist sanatçılarız. Dali’nin eriyen saatleri varsa, bizim de uçan mandalarımız var.

Gelelim asıl meseleye: Bu çelişki! Kendi müziğinizi, o absürt sözleriyle yıllarca baş tacı ediyorsunuz. Düğünlerde, bayramlarda, hatta pikniklerde bile bu şarkılarla kendinizden geçiyorsunuz. Ama Z kuşağının müziğine burun kıvırıyorsunuz: “Amaan, onların şarkıları ne kadar saçma, ne kadar anlamsız!” Sanki sizinkiler Nobel Edebiyat Ödülü alacakmış gibi. Yaman çelişki değil mi? Eğlenme anlayışımız mandaları dallara kondururken, sinekleri yavruları kapacak kadar güçlü kılarken, nasıl olur da başkalarının ritimlerini küçümsersiniz? Belki de sorun bizde değil, şarkılarda. Düşünsenize, “manda yuva yapmış söğüt dalına”… Bu bir metafor mu? Belki manda hayalleri olan bir filozof, söğüt dalı ise kırılgan hayatı temsil ediyor. Sinek kapmış yavruyu? Eh, hayatın acımasızlığı işte. Ama siz bunları düşünmeden dans ediyorsunuz. Eğlence mi? Evet, ama biraz sorunlu bir eğlence. Kendi absürtlüğünüzü görmezden gelip gençleri yargılamak… Bu, tıpkı aynaya bakıp “Ne kadar yakışıklıyım!” diye övünmek ama aynanın tozlu olduğunu fark etmemek gibi.

Şimdi hayal edin: Bir müzik eleştirmeni konferansı. Sahneye bir profesör çıkıyor, elinde mikrofon: “Sevgili meslektaşlar, Türk halk müziğinin derin felsefesini inceleyelim. Manda ve söğüt dalı: Bu, doğanın dengesizliğini mi simgeliyor? Yoksa mandanın girişimci ruhunu mu? Ve erik dalı gevrektir… Ah, ne şiirsel! Basılmayacak kadar narin, tıpkı insan ilişkileri gibi.” Salon alkış kıyamet. Ama gerçek hayatta? Siz bu şarkıları düşünüp filozoflaşmıyorsunuz ki, sadece oynuyorsunuz! Eğlenme anlayışınız bu: Düşünmeden, sorgulamadan, coşkuyla. Peki, neden sorunlu? Çünkü bu anlayışla başkalarını küçümsüyorsunuz. “Bizim müzik kültürel miras, onlarınki gürültü!” diyorsunuz. Oysa manda uçarken, erik dalı kırılırken, siz de aynı absürtlüktesiniz.

Ama durun, belki bu çelişkileri çözmenin yolu daha fazla dans etmekten geçiyor. Haydi, bir dahaki düğünde “Manda yuva yapmış”  çalınca, durup düşünelim: “Bu manda nasıl uçtu? Sinek nasıl kaptı?” Sonra gülerek devam edelim. Eğlence anlayışınızı sorunlu bulmak yerine, onu kucaklayın. Başkalarının müziğini küçümsemek yerine, belki onların absürtlüklerini de halayınıza katarsınız. Sonuçta, hayat zaten bir erik dalı gibi gevrektir, basmaya gelmez. Ama biz basalım, kırılırsa kırılır – en azından eğleniriz!

Yazar cemil baran

Yorumlar (0)

Bu içerik ile henüz yorum yazılmamış