Sıradanlaşan Faşizmin Belirsizlik Karakteri ­

... İktidar, belirsizliğin hareketsizlik, motivasyon eksikliği ve nihayetinde geri çekilme doğuracağını çok iyi bilir. Muhalefet partileri, bir sonraki hamlenin ne olacağına dair ipuçları ararken, toplumun geniş kesimleri bu muğlak atmosferde yönünü bulmakta zorlanır. Belirsizlik, bir tür psikolojik savaş aracı olarak işlev görür; zira ne zaman, nerede ve nasıl bir adım atılacağını kestiremeyen bir toplumu kontrol etmek, açık bir baskı rejiminden çok daha kolaydır. İktidar, kimi zaman tüm muhalefeti içine alacak belirsizlikler yaratırken, kimi zaman da Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu gibi yapılarla muhalif toplumun bir kesimini hareketsiz tutarak diğerine sert darbeler vurmayı planlar...

Sıradanlaşan Faşizmin Belirsizlik Karakteri ­

Çağımızın en belirgin özelliklerinden biri öngörülemezliktir. Geleneksel olarak tabu sayılan, tartışılması bile tehdit olarak görülen bir dizi düşünce ve girişim, artık bizzat iktidarlar tarafından gündeme getirilmekte, hatta araçsallaştırılmaktadır. Kapitalizmin çoklu krizleri olarak adlandırdığımız sorunlar, çözülebilecekmiş gibi sunulurken, bir yandan bu meseleler siyasi bir araca dönüştürülmekte; diğer yandan ise muhatap toplumsal kesimler domine edilmektedir. “Parçalayamazsan, bir kısmını hareketsiz bırak” stratejisi, iktidara zaman kazandırırken, toplumun dikkatini gerçek icraatlardan uzaklaştırmaktadır. Başka bir deyişle, siyasi rakiplerini bir gölge oyununun içine çekerek, sis perdesinin ardında farklı bir siyasal tasavvurlar hayata geçirmeyi murat etmekte, çoğu zamanda başarılı olmaktadır.

Türkiye’nin siyasi sahnesi, son yıllarda bu sis perdesinin ardına gizlenmiş gibidir. İktidar, AKP ve MHP’nin azınlık koalisyonuyla şekillenen mevcut yapısında, kendisini ayakta tutmak için yeni bir stratejiye yönelmiştir: belirsizlik. Bu strateji, ne açık bir meydan okuma ne de net bir çizgiyle tanımlanabilir; aksine, muğlaklığın ve öngörülemezliğin gücüyle işler. Belirsizlik, sadece bir durum değil, aynı zamanda bir araçtır; iktidar, rakiplerini, toplumu ve hatta kendi tabanını bir hareketsizlik ve kararsızlık sarmalına hapsetmek için bu aracı ustalıkla kullanır. Bu stratejinin en keskin ucu ise hukuk garabetidir; yani hukukun, bir düzen ve adalet aracı olmaktan çıkarak siyasi bir manevra alanına dönüşmesidir.

Hukuk, burjuva toplumsal formasyonu içinde toplumun omurgasıdır. Ancak bu omurga, belirsizliğin gölgesinde eğilip bükülmeye başladığında, toplumun tüm gövdesi sarsılır. İktidar, bu gerçeği ustalıkla manipüle eder. Örneğin, seçim öncesi HDP’ye yönelik açılan kapatma davası, bir kılıç gibi sallandırılmış; ancak keskinliğini kullanmaktan ziyade gölgesini hissettirmekle yetinilmiştir. Dava, adeta bir buzdolabına kaldırılmış; ne ileriye ne de geriye hareket ederek muhalefeti ve kamuoyunu bir bekleyiş bataklığına sürüklemiştir. Şimdi ise aynı taktik, CHP’ye yönelik kayyum davasıyla bir kez daha yeniden sahnededir. Bu dava da tıpkı bir önceki gibi ne hızla ilerler, ne de tamamen rafa kalkar; sadece varlığıyla, bir gölge gibi, muhalefetin üzerine çöker.

Bu belirsizlik, yalnızca hukuki süreçlerle sınırlı kalmaz. Aynı zamanda toplumsal bir ruh haline dönüşür. İktidar, belirsizliğin hareketsizlik, motivasyon eksikliği ve nihayetinde geri çekilme doğuracağını çok iyi bilir. Muhalefet partileri, bir sonraki hamlenin ne olacağına dair ipuçları ararken, toplumun geniş kesimleri bu muğlak atmosferde yönünü bulmakta zorlanır. Belirsizlik, bir tür psikolojik savaş aracı olarak işlev görür; zira ne zaman, nerede ve nasıl bir adım atılacağını kestiremeyen bir toplumu kontrol etmek, açık bir baskı rejiminden çok daha kolaydır. İktidar, kimi zaman tüm muhalefeti içine alacak belirsizlikler yaratırken, kimi zaman da Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu gibi yapılarla muhalif toplumun bir kesimini hareketsiz tutarak diğerine sert darbeler vurmayı planlar.

Yaratılan bu belirsizlik havası, aynı zamanda toplumun farklı kesimlerinin mağduriyetlerini demokrasi mücadelesinin alt başlıkları haline getirip geniş tabanlı bir birleşik mücadele inşa etmek yerine, bu kesimleri ayrı parantezlere sıkıştırmayı amaçlar. Bu strateji, muhalif grupları bir araya gelmekten alıkoyarak her birini kendi mücadelesinde yalnızlaştırır. Toplumun farklı kesimleri, kendi mağduriyetlerini çözmek için ayrı ayrı çırpınırken, ortak bir mücadele zemini oluşturmak zorlaşır. Bu parçalanmışlık, iktidarın elini daha da güçlendirir; çünkü birleşik bir muhalefet yerine, dağınık ve kendi içinde bölünmüş gruplarla uğraşmak, muktedir için çok daha kolay bir oyun alanı sunar.

Hukuk garabeti, bu stratejinin en görünür yüzüdür. Hukukun, adaletin terazisi olmaktan çıkıp siyasi bir satranç tahtasına dönüşmesi, sadece muhalefeti değil, toplumun hukuka olan güvenini de aşındırır. Yargı süreçleri, bir kararname gibi hızlı veya bir yasa gibi net değildir; aksine, bir sis bulutu gibi her yere yayılır, her şeyi muğlaklaştırır. Bu muğlaklık, iktidarın elini güçlendirir; çünkü belirsizlik, muhalefeti bir hamle yapmaya zorlarken, aynı zamanda o hamlenin sonuçlarından korkmasını sağlar.

Peki, bu belirsizlik çağında toplum ne yapar? Kimi umutsuzluğa kapılır, kimi sessiz bir bekleyişe gömülür, kimi ise bu kaotik ortamda kendi yolunu çizmeye çalışır. Ancak iktidarın hesabı, tam da bu dağınıklık üzerine kuruludur. Toplumun enerjisini tüketen, muhalefeti bir adım öteye taşıyamayan bu belirsizlik, muktedirin en büyük müttefiki haline gelir. Hukukun gölgesinde yaratılan bu garabet, sadece bugünü değil, yarını da şekillendirmeyi hedefler.

Sonuç olarak, Türkiye’nin yeni dönem ruhu, belirsizliğin ta kendisidir. İktidar, bu ruhu ustalıkla işler; hukuku bir araç, muğlaklığı bir strateji olarak kullanarak varlığını sürdürür. Ancak unutulmamalı ki, sis perdesi ne kadar kalın olursa olsun, bir gün dağılır. Toplumun, muhalefetin ve hukukun kendi özüne dönmesi, bu belirsizlik bulutunu dağıtacak tek çaredir. O güne kadar, bu gölgeli oyunun sahnede kalmaya devam edeceği açıktır.

Yorumlar (0)

Bu içerik ile henüz yorum yazılmamış