Mülksüzleştirenin Mülksüzleştirilmesi Üzerine Sesli Düşünceler
Sınıflı toplumların özü, mülkiyetin bir avuç insanın elinde toplanmasıdır. Devlet, bu eşitsiz düzenin bekçisi olarak mülk sahiplerinin ayrıcalıklarını korur. Açlık ve yoksulluğun kökeni, işte bu zora dayalı adaletsizliktir. Kurtuluşun yolu, mülk sahiplerinin mülksüzler tarafından mülksüzleştirilmesinden, yani üretim araçlarının toplumsallaştırılmasından geçer.
Karl Marx’a göre kapitalizm, üretim araçlarının özel mülkiyetine dayanan bir sistemdir. Bu sistemde burjuvazi, yani kapitalist sınıf ;proletaryanın, yani emekçi sınıfın alın terini sömürerek artı-değer üretir ve servetini artırır. Ancak bu düzen, kendi çelişkilerinin tohumlarını da eker. Emekçiler, kendi emeklerinin meyvesi olan zenginlikten mahrum bırakılırken, servet giderek dar bir zümrenin elinde toplanır. Marx, bu eşitsizliğin sürdürülemez bir gerilim yarattığını ve tarihsel materyalizmin diyalektik akışı içinde proletaryanın devrimci bir başkaldırıyla üretim araçlarını ele geçireceğini savunur. İşte bu, “mülksüzleştirenin mülksüzleştirilmesi”dir, kapitalist sınıfın elindeki üretim araçlarının, toplumun ortak iradesiyle kolektif mülkiyete dönüştürülmesidir.
Bu kavram, yalnızca ekonomik bir dönüşüm değil, aynı zamanda toplumsal ilişkilerin ve güç dinamiklerinin yeniden şekillendirilmesinin destansı bir öyküsüdür. Özel mülkiyetin kaldırılması, üretim araçlarının bir avuç bireyin ya da sınıfın değil, toplumun bütünü adına kontrol edilmesini hedefler. Bu, sınıfsız, eşitlikçi ve özgürlükçü bir topluma giden yolun mihenk taşıdır; insanlığın kendi yarattığı zincirlerden kurtuluşunun manifestosudur.
Kolektif Mülkiyet Nedir ve Neden Önemlidir?
Kolektif mülkiyet, üretim araçlarının bireysel ya da sınıfsal değil, toplumsal olarak doğrudan kontrol edildiği bir sistemdir. Kooperatifler, komünler veya benzeri yapılar aracılığıyla organize edilebilir. Temel amacı, emeğin ürünlerinin toplumun geneline adil bir şekilde dağıtılmasını sağlamaktır.
Kapitalist sistemde emekçilerin ürettiği zenginlik, kâr maksimizasyonu amacıyla özel mülk sahiplerine akar. Kolektif mülkiyette ise üretim, sermaye birikiminden ziyade toplumsal ihtiyaçları karşılamak için planlanır ve emeğin ürünleri, ortak refah için kullanılır. Ayrıca, kişisel mirasın ortadan kalkmasıyla gelecek nesiller arasında eşitsizliklerin oluşması baştan engellenir.
Kolektif mülkiyetin önemi şu noktalarda öne çıkar:
+ Eşitsizliğin ortadan kaldırılması: Özel mülkiyet, servet ve gücün azınlıkta toplanmasına yol açar. Kolektif mülkiyet, daha adil bir toplum yaratmayı hedefler.
+ Yabancılaşmanın azalması: Üretim araçlarının ortak kontrolü, emekçilerin kendi emek süreçleri üzerinde söz sahibi olmasını sağlar, böylece çalışma hayatı daha anlamlı hale gelir.
+ Çevresel sürdürülebilirlik: Özel mülkiyet genellikle kısa vadeli kâr odaklıdır ve çevresel tahribata yol açabilir. Kolektif mülkiyet, uzun vadeli toplumsal ve çevresel hassasiyetleri gözetir, ihtiyaç odaklı üretimi teşvik eder.
Tarihte Kolektif Mülkiyet Deneyimleri
Reel sosyalist ülkelerde, özellikle Sovyetler Birliği ve Doğu Bloku’nda, özel mülkiyet büyük ölçüde kaldırılmış olsa da mülkiyet tam anlamıyla kolektif değildi. Üretim araçları teoride “halkın” mülkiyetinde olsa da pratikte devlet tarafından merkezi bir bürokratik yapı aracılığıyla yönetiliyordu. Örneğin, Sovyetler Birliği’nde kolektif çiftlikler (kolkhozlar) ve devlet çiftlikleri (sovkhozlar), teoride kolektif üretimi temsil etse de merkezi planlama ve bürokrasi tarafından sıkı bir şekilde denetleniyordu. Bu durum, mülkiyetin kolektif olmaktan çok devlet mülkiyeti şeklinde işlemesine yol açtı.
Merkeziyetçi yapı, sosyalist ideolojinin eşitlikçi hedefleriyle çelişen sorunlara neden oldu: Bürokratik yozlaşma, verimsizlik ve halkın karar alma süreçlerinden dışlanması. Dolayısıyla, reel sosyalist ülkelerdeki mülkiyet sistemi ne tam anlamıyla kolektif ne de bireyseldi; daha çok “bürokratik sosyalizm” olarak tanımlanabilir. Bu durum, “kamu mülkiyeti” kavramının genellikle “devlet mülkiyeti” ile özdeşleşmesine yol açtı. Ancak bu deneyimlerin başarısızlıklarına rağmen, kolektif mülkiyet fikrinin yeniden inşası için, gelecekteki toplumsal dönüşümler için değerli bir miras bırakmıştır.
Son Söz
“Mülksüzleştirenin mülksüzleştirilmesi”, kapitalist sistemin eşitsizliklerine karşı devrimci bir çözüm önerisidir. Kolektif mülkiyete geçiş, üretim araçlarının toplumsal kontrolünü sağlayarak emekçilerin yabancılaşmasını azaltmayı ve daha adil bir toplum yaratmayı amaçlar. Ancak bu dönüşümün başarısı, öz-yönetime dayalı demokratik katılım, ekonomik planlama ve toplumsal bilinç gibi unsurlara bağlıdır. Günümüzde yeni teknolojiler ve toplumsal hareketler, bu fikri yeniden canlandırmakta ve farklı bağlamlarda uygulanabilir hale getirmektedir. Kolektif mülkiyet, yalnızca ekonomik bir model değil, insanın insanla ve doğayla ilişkisini yeniden düşünmenin bir yoludur. Bu nedenle “mülksüzleştirenin mülksüzleştirilmesi” sadece tarihsel bir slogan değil, geleceği şekillendirme potansiyeline sahip bir fikirdir.
Yorumlar (0)