Hasan Karakaş: Aklımıza Kazınanlar

Hasan Hoca, Köy Enstitüleri'nin son kuşağından yetişmiş değerli bir öğretmendi. Öğretmenliğini genellikle Betçe tarafında, yıllarca kendisi gibi köy enstitülü öğretmenlerle Cumalı Köy ilkokulunda çalışarak sürdürdü. Tarım ve hayvancılıkla uğraşan, bir de hayatına balıkçılığı katmış bir emekli öğretmendi...

Hasan Karakaş: Aklımıza Kazınanlar

Çatdava'lı Hasan Karakaş'ın Hikâyesi

Hasan Karakaş, 1933 yazında Yazı Köy, Çatdava mahallesinde, Kamilcik Dede'nin ilk eşinden dünyaya gelir. Yazı Köy'den emekli öğretmen dostum Osman Gönen Karadeniz'e sorduğumda, "Ailede birden fazla Kamil olunca, küçüğünü belirtmek için Kamilcik demişlerdir" yanıtını aldım. Yazı Köy'de Hasan Karakaş ve ailesi "Çatdava'lı" olarak bilinir. Yazı Köylü ve emekli gümrük memuru Abdullah Ertan Alptekin, Cumalı Köy'de "Goca Kapılı," Yazı Köy'de ise "Çatdavalılar"ın iki büyük sülale olduğunu söyler.

Hasan Karakaş ve kardeşi Necati, çocuk yaşlarda annelerini kaybedince, Kamilcik Dede'nin ikinci eşi olan Rum nine tarafından büyütülürler. Bu ikinci anne, Kurtuluş Savaşı sonrası topraklarını terk etmeyen iki Rum kardeşten biridir. Diğer kız kardeşi ise Sındı Köy'de Topal Hasan'ın ikinci eşidir. Bu iki kardeş, Rum kadının ellerinde büyür. İlkokulu bitirip Antalya Aksu Köy Enstitüsü'ne kaydolur ve oradan öğretmen olarak doğduğu topraklara atanır.

Geçmişten Bir Kesit: Palamut Bükü

Bu kısacık geçmişten sonra, günümüzden yarım asır geriye gidip Hasan Karakaş'ın da yaşadığı Palamut Bükü'nden bahsetmek istiyorum. O yıllarda yollar henüz asfalt değildi, elektrik yoktu ve sahil tamamen kumdu.

Hestim adında bir amca vardı. Öğlen saatlerinde Tokcan Pansiyon'un önüne gelir, çırılçıplak soyunup denize girerdi. Sahil o kadar sakindi ki, kimse farkında bile olmazdı. Denizde balık kaynıyordu. Şimdi dört gözle beklediğimiz tavuk, karasokkan ve kırmızı sokkan balıklarına kimse dönüp bakmazdı bile. Hannus ve malaç balıkları oltalara beş altı tane birden gelirdi, akşamları kızartıp yerdik. Şimdilerde bu iki güzel balık balıkçılarda bile bulunmuyor. Sahildeki denizin içindeki taşlar henüz yosun tutmamıştı.

Yaşar Çuhadar ağabeyimiz ise, yörenin oldukça varlıklı ve Marin tarafında yaşamış Küçük Mustafa'nın torunudur. Annesinin onu ellili yaşlarında dünyaya getirdiği söylenir. Babası Küçük Ali, yaşasın diye adını Yaşar koymuştur. Bizler de gidecek başka bir yer olmadığı için Yaşar ağabeyimizin sahil kahvesinin önünde toplanırdık. Samimi bir ortamda saatlerce ihale veya batak gibi oyunlar oynardık. Hesapları tutmak oldukça zor olurdu. Oynanan oyunlar ve içilen çayların yanı sıra, bira gibi hafif alkollü içkilerin haddi hesabı olmazdı. Bu hesabı genelde "yancılar" denilen seyirciler şişirirdi. Oyunu dört kişi oynar, bu sayının dört katı kadar da insan seyrederdi. Yaşar Çuhadar'ın eşi, sabah kocaman bir çaydanlık demler, başka zahmete katlanmazdı. Aynı çaya defalarca su ilave edilerek içilirdi ve kimse itiraz etmezdi. O, bizim "kahvemizin Benel ablasıydı." Kimse ona bir kadın gözüyle bakmazdı ve insanlar ağızlarına geleni söylemekten çekinmezdi.

Hasan Karakaş ve Siyaset Dersi

Kahvemizin değişmez siması, başköşede oturan Hasan Karakaş'tı. Sakin sakin otururken, kahvenin en kalabalık saatinde, özellikle yabancılar varsa, aniden ayağa kalkar ve nutuk atmaya başlardı. "Bizim iktidarımızda..." diye başladığı nutuklarına "Şöyle yapacağız, böyle yapacağız..." diye devam ederdi.

Hasan Hoca'nın bu propagandasına hepimiz alışkındık; ancak yabancılar merakla anlam veremedikleri bu durum karşısında kafa karışıklığıyla mekânı terk ederlerdi. Konuşmalarının yarısından çoğu, adil ve hakça bir düzenden bahsederdi. Oysa Hasan Hoca'nın hiçbir zaman aktif bir siyasi hareketi olmamıştı. Onu tanımayanlar, "Bu milletin vekilliğine soyunuyor herhalde" deyip merakla dinlerlerdi.

O yıllarda kahvenin sahibi Yaşar Çuhadar Milliyetçi bir partiden, Metin Çuhadar ise Doğru Yol Partisi'ndendi. Hasan Hoca'nın da Halk Partili olduğu yaygın bir görüştü.

Bir Aile ve Siyasetten Anektod

Şu kısa anektodu da ekleyeyim: Bir akşam, Palamut Bükü'nde bir aile yer sofrasında yemek yerken, sofrayı kaldırdıktan sonra anne CHP bayrağını alıp sessizce toplantıya gider. Baba da durur mu? O da Doğru Yol Partisi flamasını alıp sessizce yürüyüşe katılır. Seçim arifesinde boş durmayan büyük oğlan da bayrağını alır ve genelde Güneydoğu'dan seçmen alan, ama aslında bir Türkiye partisi olan bir yürüyüşe karışır. Evde kalan en küçük oğlan ise Sol Parti'nin aktif elemanıdır. Odasından bayrağını kaptığı gibi gençlerin yoğun olduğu yürüyüşe katılır.

Konumuza dönecek olursak, Yaşar Çuhadar, Metin Çuhadar, Hasan Karakaş ve Refik Selçuk gibi emekli öğretmenler, bu bölgenin kanaat önderi rollerini iyi oynuyorlardı. Aralarında kavga, sertlik ya da kırgınlık asla yaşanmazdı.

Hasan Hoca'nın Günlük Yaşamı

Bazen Hasan Hoca'yı bir masada tek başına, cebinden çıkardığı kâğıt tomarlarını karıştırırken görürdünüz. Alacaklarını ve borçlarını o tomarların içinde saklayıp kendi muhasebesini tutardı. Bir de sigara çıkarır, masaya koyar, birini yakar, diğerini söndürürdü. Öksürmeye başlayınca tıkanır, sonra zorla kendine gelirdi. Teknesiyle tuttuğu balıklardan tutun da alacaklarına kadar her şey, o kâğıt tomarında tek tek not edilmişti.

Hasan Karakaş, üç erkek çocuğu ve evlat edindiği Canan adında bir kızıyla saygın bir aile babasıydı. Eşi Birgül yenge, anaç, başı dik ve toplum içinde varlığını hissettiren bir kadındı. Birgül yengemiz hâlâ dinç ve evinde tek başına yaşıyor.

Hasan Karakaş: Aklımıza Kazınanlar

İdealist Bir Öğretmen

Hasan Hoca, Köy Enstitüleri'nin son kuşağından yetişmiş değerli bir öğretmendi. Öğretmenliğini genellikle Betçe tarafında, yıllarca kendisi gibi köy enstitülü öğretmenlerle Cumalı Köy ilkokulunda çalışarak sürdürdü. Tarım ve hayvancılıkla uğraşan, bir de hayatına balıkçılığı katmış emekli bir öğretmendi.

Onunla 1970'li yılların sonunda, yeni evlendiğimde tanıştım. Bir yaz günü, henüz yüzme bilmediğim için evin önündeki sahilde yüzmeye çalışırken, bir adam el kol hareketleri yaparak bana bir şeyler anlatmaya çalışıyordu. Ne söylediği anlaşılmıyordu, ben de anlamaya çalışıyordum. Nihayet anladığım kadarıyla beni sertçe uyarıyordu: O alan, onun evinin önüydü. "Gel de evimde kazan var, onun içinde yüz" diyordu. Bu ciddi söylem o yıllarda beni ürküttü. Ancak ruhsal değişimimi fark eden Hasan Karakaş, kahkahayı bastı. Tanışmamız böyle başladı. Hayatı daima ince ve düşünülmüş esprilerle dolu bu adamı böylece tanımış oldum. Sonraları ahbaplığımız ilerledi. Bazı akşamlar beni sofrasına davet ederdi. Başka bir yerden gelen bana ve pek çok arkadaşıma babalık ve ağabeylik yaptığını iyi biliyorum.

Sağ-Sol Geriliminde Toplumsal Denge

Çeşitli iş kollarında çalışan bizler, yazın gelmesini iple çekerdik. Oysa o, yıllarca bu bölgede öğretmenlik yapmış ve pek çok kişinin öğretmeni olmuştu. Ülkeyi 1980'li yıllarda sağ ve sol diye ikiye bölüp sonra göbeğini kaşıyarak seyredenler, bu bölgeyi de ayrışmadan etkilemişti. Ancak buradaki büyüklerimiz, farklı partilerden olsalar bile, düğün kavgaları dışında bu tür sağ-sol sertleşmelerine kesinlikle izin vermediler.

Sonraları bir gerçek kafama dank etti: Yarımadanın bu bölgesinde bir avuç insan yaşıyordu ve aralarında derin ekonomik uçurumlar yoktu. Her şeyden önce toprak sınırlıydı. Aileler, sınırlı toprağına ekip biçerek kışı geçirme hesabı yapardı. Bazı seneler kıtlık olduğunda, Darahiye (Bozburun) yoluna çıkarak mısır alır veya komşusuyla değiş tokuş yapardı. Yani bu bölgede her insan komşusuna muhtaçtı. Para olmadığı için ekonomik çıkar çatışması da söz konusu değildi. Bu yüzden insanlar düğünlerde akşam kavga edip sabah kol kola yürüyebiliyordu.

Konumuz Hasan Karakaş'tı, ne çok uzaklaştık. Kısacası, hangi görüşten olursak olalım, Yaşar Çuhadar'ın kahvesinde bir arada olurduk. Başımızda da Hasan Karakaş, Muzaffer Pilavcı, Refik Selçuk gibi çok kaliteli öğretmenler ve kanaat önderleri vardı.

HASAN KARAKAŞ: UMUDU VE GELECEĞİ İNŞA EDEN BİR İDEALİST

1960'lı yıllarda ve sonrasında Hasan Karakaş, Çeşme Köy meydanındaki okulda Hüseyin Gülada ile birlikte eğitim verdiler. Onun öğrencilerinden öğretmen Suat Çuhadar ve Mehmet Özcan, öğretmenleri için övücü sözler söylüyorlar. Suat Hoca'ya göre, Hasan Karakaş tam bir idealist öğretmendi. Tüm milli bayramlarda okulu o hazırlar, deve güreşleri, yumurta ve çuval yarışları, fener alayları düzenleyerek bütün köyü dolaştırırdı. Tiyatro oyunu yazan ve sahneye koyan da oydu. Çeşme Köy meydanındaki muhtarlık binasını kütüphaneye çevirerek yüzlerce kitabı öğrencileriyle tanıştırmıştı. Yine Suat Hoca, kendisi ve arkadaşlarının onun sayesinde yüzlerce kitap okuduğunu belirtiyor.

Okulun arka tarafındaki uygulama bahçesinde öğrencilere ziraati öğretir, uygulamalı tarım çalışmaları yaptırırdı. Köy Enstitüsü mezunu olduğu için köyde tarımsal kalkınma için çocuklara tarımı uygulamalı olarak öğretmişti. Geceleri sokakları kontrol etmenin yanında, her eve ziyaret ederek öğrencilerin evde çalışmalarını kontrol ederdi. Çeşme Köy'deki bu idealist çalışmalar sürerken, köyün bazı ileri gelenleri onun bu iyi niyetli çalışmalarını çekemeyip onunla sürtüşmeye başlamışlardı. Daha sonraki yıllarda Hasan Karakaş, Cumalı Köy'deki okula tayin isteyerek görevine orada devam etti. Suat Hoca ve Mehmet Özcan'a göre, köye balıkçılığı, fennî tarım ve hayvan besiciliğini öğreten de o olmuştur.

BALIKÇI VE BESİCİ HASAN KARAKAŞ

Hasan Karakaş'ın küçük bir teknesi vardı. Teknesinde ağları, oltaları ve parakete için sepeti bulunurdu. Uzun süre balıkçılık yaptı. Tek emekli maaşıyla dört çocuğun geleceğini kurmak kolay değildi. Aynı zamanda bir besi damına sahipti. Damında her zaman dana besler, onları kasaplara satardı. On parmağında on marifet olan Hasan Hoca, yaşadığı Palamut Bükü'nde herkese örnek oluyordu. Balıkçılığın en mükemmeliyle hayvancılık onun titiz ellerinde yüceldi. Çok sağlıklı bir besi damı vardı. Hayvandan anlayan, alım ve satımda hata payı olmayan, bu konularda uzmanlaşmış bir büyüğümüzdü. Besiye aldığı hayvanın tüm hesaplarını tutar, ona göre değerlendirirdi. Hayatın tecrübelerini okullarında böyle öğrenmişlerdi.

HASAN HOCA VE HAYATTAN AKLIMDA KALANLAR

Hasan Hoca'yı son gördüğümde ne yazık ki rahatsızlığından haberim yoktu. Meğerse teşhisi çoktan konmuştu. Ben, onun arkasından yaklaşıp samimi bir espri yapmak istedim. O sakin bir şekilde arkasını dönüp bana "öleceğini" doğrudan söylediğinde, donup kaldım, hiçbir şey söyleyemedim. O anı hiç unutamıyorum. Acı gerçeği eğip bükmeden, doğrudan söylemişti. Çağın kötü hastalığına yakalanmıştı. Sigarayı çok içiyordu. Acı haberi ben Tire'de olduğumda öğrenmiştim.

Bu dramatik anının ardından, Hasan Karakaş'ın özellikle 1980 askeri darbesinden nasıl etkilendiğini de anlatmak isterim. Bir yaz akşamıydı. Sahilde Tire'den gelen arkadaşlarım ve aileleriyle oturmuş eğleniyorduk. Aramıza Hasan Hoca da katıldı. Şarkılar, türküler, hatta demlenen arkadaşların coşup oynamaya kalkması derken, askerler geldi. Astsubay gencecikti. "Ne yapıyorsunuz?" diye sordu. Yanıtımız "Eğleniyoruz" oldu. Şaşıran asker, "Eğlenin ama sessiz eğlenin" dedi. "Sessiz nasıl eğlenilir?" diye düşündük. Hasan Hocamız bu sorunun yanıtını buldu. Ayağa kalktı ve tarifini yaptı: "Arkadaşlar, ben oyun havasının girişini yapacağım, sonra sizler içinizden o oyun havasını söyleyip oynayacaksınız." Öyle de oldu. Sahilde, akşamın karanlığında bu sessiz ama hareketli siluetleri gören meraklılar yanımıza gelip oturdu. Tanıyan, tanımayan herkes yanımıza ilişti. Bu "sessiz oyun," yıllarca düğünlerde ve eğlencelerde devam etti. Orkestra bizi sahnede görünce birden sesini keser, biz de oynamaya devam ederdik.

Hasan Karakaş, aslında pratik zekâsıyla koskoca 12 Eylül mantığını mahkûm etmişti. "Eğlencenin sessizi mi olur?" demişti. Kendisini özlemle arıyorum. Işıklar içinde uyusun. Palamut Bükü insanlarına çok şey kattığını düşünüyorum.

Yazar hasan doğan

Yorumlar (0)

Bu içerik ile henüz yorum yazılmamış