Metin abi, seni kaybetmenin derin üzüntüsü var içimde.
Bu hüzünlü halimi dağıtmanın bir yolunu bulmalıydım ve sonunda aklıma birkaç satır karalamak geldi. Eminim seni tanıyan pek çok insan da benzer duygular içindedir. Bu satırlarla seni yakından tanıyanlara bir nebze olsun tercümanlık yapmak ve tarihe bir not düşmek istedim.
Bu özel insanı anlatmanın en iyi yolu, onunla yaşadığım anılardan yola çıkmak olur sanırım. Elimden geldiğince övgülerden uzak durmaya çalışacağım çünkü biliyorum ki, bu yazıyı okuyan pek çok kişi onunla benzer anılar biriktirmiştir. Bu satırlar sayesinde o anıların yeniden canlanacağına eminim.
Metin Çuhadar’ın rahat tavırları, espri yeteneği ve muzipliği herkesçe bilinir. İşte geçmişten tatlı bir anı: Yıllar önce, Yaka Köyü Kumyer Mahallesi’nde ufak tefek bir tüccar yaşardı. Adı Bibilli Durmuş Amca’ydı. Kumyerliler onu çok sever, getirdikleri ürünleri—hatta salyangozları bile—ona satarlardı. Salyangozlar çuvaldan kaçıp taşların altına saklanınca, köylüler tekrar toplayıp yeniden getirirdi. Bu durum köyde gülerek anlatılırdı.
Bir gün Bibilli Durmuş Amca, Saldıray Öztürk’ün (Dostlar Restoran) mekânında içtikten sonra gece vakti evine dönüyordu. Metin abi de gece üşenmeyip onu sessizce takip etmiş. Elektriğin olmadığı, gözlerin zor gördüğü o karanlıkta, Bibilli Amca korkudan kayınvalidemin evine sığınıp, “Kurtar beni kızım, beni şeytan takip ediyor!” demiş. Annemiz bu olayı hem şaşkınlıkla hem de gülerek anlatırdı.
Metin Çuhadar, Kızı Belgin'le ve Eşi Yüksel Abla
Metin Çuhadar ve Palamut Bükü
1970’li yıllarda Palamutbükü’nde henüz elektrik yoktu. Liman yapılmadan önce sahil tamamen kumdu. Aslında liman Akçabük tarafına yapılacaktı ama son anda vazgeçilip Ulu Çay’ın ağzına yapılınca, çayın getirdiği taşlar sahilin yapısını değiştirdi. O zamanlar deniz tertemiz, taşlarda yeşillenme bile yoktu. Bazı erkekler tenha yerlerde mayosuz denize girerdi.
Muğla’dan dolmuşlarla gelir, virajlı toprak yollarda toz içinde kalırdık. Ardından kendimizi denize atardık. Yolculuklarımızı genellikle şoför Asım ya da yeğeni Fehim yapardı. O yıllarda tüp yoktu; Metin abinin ocağı odunla yanardı. Balıklar közde pişerdi. Refik Selçuk Hoca'nın satılamayan balıkları közde pişirilir, kahvaltı niyetine yenirdi. Bu kahvaltıya espriyle "boklu kahvaltı" derdik. Az sayıda insan, Metin abinin lokantasında bir araya gelir; samimi, içten ve gençliğin duygusallığıyla dolu sohbetler yapılırdı.
Genelde solcu gençler olurdu ama Metin abi inandığı yoldan hiç sapmazdı. Onları ne küçümser ne de yargılardı. O yıllarda Azmak faaldi, Palamutbükü’nün suyu oradan denize akardı. Derelerin yönü hâlâ denize doğruydu ve üzerleri henüz yapılaşmamıştı. Kovalca, yabani nane ile doluydu. Kum Burnu ya da Gangun, henüz Mavi Beyaz’a dönüşmemişti. Palamut İni’nde henüz Mertur Tatil Sitesi yoktu. Gerence’ye henüz “akvaryum” denmiyordu. Akçabük’te Hıdırellez kutlamaları yapılır, aileler evde yaptıkları yemekleri yer, birlikte eğlenirlerdi.
Koreli dedemiz Adem Güçlü, bir avuç leblebiyle Ata’ya özenirdi. Akile Nine, sabah erkenden keçileriyle dağa çıkar, akşamüzeri dönerdi. En az 200 keçisi vardı.
Metin Çuhadar ile Biraz da Özelimiz
Metin abi, seni de uğurladık. Yaşamdan zevk almadığını biliyordum. Yüksek şekere bağlı göz rahatsızlığın seni inzivaya sürükledi. Kızın Belgin büyük bir özveriyle sana baktı. Yüksel ablayla kavgalarınız bile güzeldi. Onu iğneleyip çileden çıkarmanız, aranızdaki o özgün bağı yansıtırdı.
Sizler deniz gibiydiniz. Bazen lodos gibi gürleyip sonra usulca bir köşeye çekilirdiniz. Palamutbükü’ne gelen biri arabayla köşeyi döndüğünde, mutlaka bir “Hoş geldiiinz!” sesiyle karşılanırdı. Bu ya Metin abiye ya da Yüksel ablaya ait olurdu. Samimi, içten ve davetkâr bir sesti bu. Sorular hemen arkasından gelirdi: "Nasılsınız? Nerelerden geldiniz? Kaç kişisiniz?"
Metin abi, gelen kişinin doğru yolcu olup olmadığını da sorardı. Bu soruya genelde şaşırılırdı ama onun ciddiyetini görünce insanın düşünmeden edemeyeceği bir soru hâline gelirdi. Hatta bu soruyu bir İngiliz turiste bile sorar, ardından "Gördünüz mü, adam doğru yolcuymuş" diye gülerdi.
Rahmetli Hasan Hocamız da kahvede olurdu. Köy enstitüsü çıkışlı, hakça bir düzen isteyen bir adamdı. Çocuk ruhlu, tiye almayı seven, neşeli bir kişiliği vardı. Metin abi ile atışmaları hayatımıza renk katardı. Bir gün Metin abiyi permatikle, köpüksüz tıraş olurken görürdünüz. Hayatın tam içindeydi, cebinden çıkardığı jiletle yanımızda tıraş olurdu ve biz bunu olağan karşılardık.
Müşterilerine balık ızgara yapar, servis eder, sonra kendi masasına otururdu. Artık onu kimse yerinden kaldıramazdı. Hesap ödemek isteyen, çay veya kahve içmek isteyen kendi işini kendi yapardı.
Gece uykusu kaçınca denize giderdi. Karşıda Yaşar Çuhadar’a ait kahve ise, eşi Benel ablanın elindeydi. Eskiden lokanta olarak denenmiş ama sonra kahveye dönmüştü. Ortadaki duvar kaldırılmıştı. Kış aylarında ortasında yanan sobasıyla insanları cezbeden bir yerdi.
İki köşede iki amcaoğlu esnaf... Biri kahveci, diğeri bakkal, kahve ve lokantacı... Sabahın köründe dükkânlar kadınlar tarafından açılırdı. Hafif bir rekabet havası da sezilirdi. Benel abla Cumalı köyünden, Yüksel abla Yaka köyünden—ikisi de saygın ailelerin kızlarıydı. Palamutbükü’nde hanımlar evin hâkimidir. Erkekler ise bu durumu kabullenmiş görünürlerdi.
Metin Çuhadar ve Çevresindeki Önemli İsimler
Metin Çuhadar’ın lokanta işlettiği yıllarda Palamutbükü henüz turizmle tanışmamıştı. Kahveler ve meyhaneler yerli halkla doluydu. Dostlar Meyhanesi ve Metin abinin lokantası başı çekerdi. Tokcan Pansiyon’un alt katı çeşitli kişilerce denense de başarılı olunamadı.
Palamutbükü deyince akla gelen ilk beş isimden biri mutlaka Metin abi olurdu. Ardından Saldıray, Hasan Hoca, saygın kişilik A. Cahit Çete gelir. O yıllarda Yaka Köy’de çılgın bir muhtar vardı: Sadık Yeşilgökçen. Enerjisiyle, ileri görüşlülüğüyle köylünün gönlünde taht kurmuştu. Elektrik, liman, Mavi Beyaz, sahil yolları, KÖYKENT projesi onun eseriydi. Turizmin farkındaydı ve köyünü buna hazırlıyordu.
Metin abi de bu süreçte onun misafirlerini ağırlamakla meşguldü.
Çeşme Köyü’nün Büyük Ailesinden Metin Çuhadar
Metin Çuhadar, Çeşme Köyü’nde “Kuruvezer” lakaplı, yıllarca tüccarlık yapmış, adalara posta seferleriyle dolanmış Mehmet Çuhadar’ın üç oğlundan en küçüğüydü. Ayrıca üç kız kardeşi vardı. Abileri Osman ve Güngör Çuhadar’dı.
Eşi Yüksel ablamız, Yaka Köyü’nün büyük sülalelerinden Receplerin kızıdır. Refik, Hikmet ve diğer kardeşlerle birlikte beş kardeşlerdi. O sevimli ablamızı da şeker hastalığı nedeniyle erken kaybettik. Mekânında çırpınışlarını duyardık; yüksek şekere bağlıydı. Sonra yine o sevimli hâliyle gönüllere girerdi.
Artık yoklar. Onlarla birlikte bir avuç insan da anılarda kaldı. Bir devir böylece kapandı. İnsanlar paraya yelken açtı.
Yorumlar (0)