İçimizdeki Fırtınanın Sessizliği

O hâlde gelin, bu “Sessiz Fırtına” olarak adlandırılan, bugün burada yaşanan elim olayı sizlere anlatmaya çalışayım. Sessizliğin ardına saklanan fırtına neydi? Bu içimizde gürleyen, dışa vurulamayan acı neydi?

İçimizdeki Fırtınanın Sessizliği

Yaka Köy, sırtını dayadığı Goca Dağ’dan esen kuzeyli rüzgârlarla meşhurdur. O rüzgârlar, dağın uğultusunu da beraberinde getirir. Çam ağaçlarının çıkardığı hışırtı, zaman zaman huzursuzluk verse de çok sesli bir orkestranın büyüleyici tınısını andırır ve insanın yüreğinde derin izler bırakır. Goca Dağ’ın yaban keçileri, kayaların üzerinden sizi sessizce izler. İşte bugün, öyle bir gün... Çok özel, ama aynı zamanda tarifsiz bir acının yaşandığı, kapkara bir gün.

Bugün burada yaşananları anlatmaya çalışırken, aklıma bu yazının başlığı geldi: “İçimizdeki Fırtınanın Sessizliği.” Nedense, günlerdir esen kuzeyli rüzgârlar birdenbire sustu. Yaban keçileri ve diğer yaban hayvanları inlerine çekildi. Doğa sessizliğe büründü; bu sessizliği tarif etmek mümkün değil. Kurban Bayramı yaklaşırken köye gelen insanlar da bu garip sessizliğe anlam verememiş görünüyorlardı. Arabalarını bir kenara bırakmış, ne yapacaklarını bilemez hâlde, olan biteni şaşkınlıkla izliyorlardı. Kimse soru sormaya cesaret edemiyor; meraklı bakışlar yalnızca “Bu mu fırtınanın sessizliği?” diye soruyor gibiydi.

O hâlde gelin, bu “Sessiz Fırtına” olarak adlandırılan, bugün burada yaşanan elim olayı sizlere anlatmaya çalışayım. Sessizliğin ardına saklanan fırtına neydi? Bu içimizde gürleyen, dışa vurulamayan acı neydi?

Olay, ne yazık ki Yaka Köyü’nün Kumyer Mahallesi’nde yaşandı. Genç bir kardeşimiz, henüz kırk yaşını bile geçmemişken, beklenmedik bir beyin kanaması sonucu hayata veda etti. Evliydi, iki çocuğu vardı, çevresinde çok sevilen, mesleğinde usta bir insandı. Köyde birçok kişinin motor, makine arızalarını çözen, eli becerikli bir ustaydı. Onun ustalığı dilden dile dolaşırdı. Ancak bugün, o genç ve çalışkan kardeşimiz, ardında gözü yaşlı bir eş ve yetim çocuklar bırakarak aramızdan ayrıldı.

Betçe taraflarında bir ölüm olduğunda, tüm köyler adeta boşalır. Kadın erkek demeden herkes, cenaze evine, ardından camiye ve nihayet son yolculuğa katılır. Düğününü, derneğini birlikte yapan bu yarımadanın insanı, cenazesinde de omuz omuza verir. Nitekim Sezgin Turgut kardeşimizin cenazesini ikindi namazının ardından sonsuzluğa uğurladık.

İçimizdeki Fırtınanın Sessizliği

Sezgin arkadaşları ve kızıyla...

Normal ölümleri insan zamanla kabullenebiliyor belki; ama böyle erkenden gidişler, insanı derinden sarsıyor. İki çocuğunu evlendirmeden, onların mutluluğunu göremeden hayata veda etmek... Bu gerçekten çok acı. Kızı Duygu’yu yakından tanıyorum. Bugün gördüğüm manzara yürek burkucuydu. Onun içindeki yanardağ patladı adeta. Haykırışları, orada bulunan herkesi derinden sarstı. Genç kız o kadar içten ve derin ağlıyordu ki, o sahneyi kimsenin yaşamasını istemem.

Bugün Yaka Köy’de öncelikle sessizlik hâkimdi. Herkesin yüreği yanıyor, iç dünyasında büyük bir acı yaşanıyordu ama kimse bunu dışa vurmuyordu. Sadece Sezgin kardeşimizin henüz genç yaştaki kızı ve üç kardeşi, dayanacak güçleri kalmadığından sessizliği bozuyorlardı. Diğerleri ise onlara yaklaşamıyor, saygı dolu bir bekleyiş içinde tabuta kilitlenmiş bakışlarla bekliyorlardı. Sırası gelen, tabutun bir köşesinden nazikçe tutuyor, sonra ön saflara geçip tekrar bekleyişe katılıyordu. O anlarda Abdullah Şaşmaz kardeşimin mırıldandığı şu söz kulaklarımda yankılandı:

“Kala kala bu geleneğimiz kaldı. Bunu da terk etmeyiz inşallah.”

Ben, yüksekçe bir yerden bu büyük kalabalığı izliyordum. Tüm yarımada buraya akmış gibiydi. Çıt çıkmıyordu; herkes görevine odaklanmıştı. Eğer bir “son yolculuk” tarifi yapılacaksa, işte en güzel örneği buydu. Bu görüntüyü kelimelerle tarif etmek gerçekten çok zor… Kalabalık en az iki bin kişiydi, belki daha fazla. Bu genç kardeşimizin ne kadar sevildiği, ne kadar çok insana dokunduğu ortadaydı.

500 metrelik mezarlık yolu, yaz sıcağına rağmen, büyük bir dikkat ve sessizlikle yüründü. Herkesin içindeki fırtına taşla bastırılmış gibiydi. Doğa bile suskundu. Tabut, parmakların ucunda, sessizlik içinde yavaş yavaş mezarına doğru ilerliyordu. Büyük bir titizlikle, usulca toprağa indirildi.

Bu anlatım, hâlâ Anadolu’nun birçok yerinde geçerliliğini koruyan bir geleneği yansıtıyor. Kim olursa olsun, son görev büyük bir özenle yerine getiriliyor. Ben de bu büyük acıya tanıklık ettim. İnsanların içlerinde yanan yangına nasıl sabırla dayandıklarını hissettim. Hayat devam ederken, bu tür acılar hepimize bir iç muhasebe yapma gerekliliğini hatırlatıyor. Günlük telaşların, hırsların, öfkelerin gölgesinde, bir bakıyorsunuz ki hayat bir anda sonlanıvermiş...

Sezgin kardeşim, senin için gereken her şey yapıldı. Şimdi sıra çocuklarında... Onlar bu dünyada yerlerini almak için mücadele edecekler. Torunların, bayramlarda ellerinde çiçeklerle seni yalnız bırakmayacak. Mezarına iki avuç buğday serpecekler. Burada gelenektir; kuşlar da ziyaretine geldiğinde aç kalmasınlar diye... Ama aslında buğday da bir tohumdur. Tıpkı hayat gibi; yeniden başlayacak bir umudu, yeni bir filizi içinde saklar...

Yazar hasan doğan

Yorumlar (0)

Bu içerik ile henüz yorum yazılmamış