Refik: 16 Yaşında, Kritik Kararlarla Hedefe Varış Öyküsü
Arapçada RFK harflerinden türeyen Refik ismi; arkadaş, yoldaş, yaren ve yol gösteren anlamlarını taşıyor (Google bu bilgiyi doğruluyor). Aynı kökten gelen refakat kelimesi de benzer bir anlama sahiptir. İşte ben de çocuk yaşta, beş çocuğa refakat ederek, yaklaşık 600 kilometrelik yolun yarısına yakınını yayan yürüten ve onları hedefe ulaştıran bir yol göstericiden, Refik Selçuk’tan bahsetmek istiyorum. Bu yazıda, onun verdiği kritik kararları okuduğunuzda şaşıracaksınız.
Bizler Refik Hoca'yı bembeyaz ve kıvırcık saçları, tonton vücuduyla, sanki üzerinden bir silindir geçmiş gibi bir hâliyle tanıdık. Kendisine ait küçük bir teknesi vardır; ağlarıyla tek başına balığa gider, ağlarını toplar ve geri döner. Üstelik sepetiyle parakete de atar. Parakete atmak çok zor bir iştir: Hem kayığı idare etmek hem de yüzlerce yemlenmiş oltayı denize bırakmak. Bir de denizin aniden bozulduğunu düşünürseniz, işiniz gerçekten çok zordur. Saatlerce verdiğiniz emeklerin boşa gitmesi işten bile değildir. Parakete, hem atılırken hem de çekilirken çok sakin bir hava ister. Genelde akşam geç vakitte atılır, sabah çok erken çekilmelidir. Geç kalırsanız, balıklarınızı çıyanlara yedirirsiniz. Bu usul ile avlanan balıklar genelde birinci sınıf kalitededir. Ancak, ne yazık ki kıyılarımızda artık bu tür balıklar kalmadı.
Yazları Refik Selçuk hocamla birlikte hem ağ hem de parakete atardık. Deniz üzerinde, özellikle rüzgârın patlamasıyla birlikte Refik Selçuk başka bir kimliğe bürünür. Yüz hatları gerginleşir; telaşlı ve sinirli hâlleri doruk noktasına ulaşır. O an, ağzından her türlü hakareti duyarsınız. İş biter, ağlar kayığa sağ salim çekilir ve kayık iskeleye bağlanır. Artık karadasınızdır. Refik Selçuk bu kez, "Oğlum, evladım" diye başlayan babacan tavrıyla insanı sarıp sarmalayan yumuşak bir hâl alır. Az önce denizdeki hâli aklınıza geldikçe hayrete düşersiniz. Yine o sevimli, tonton ihtiyar görünümünü almıştır. Aç ve susuz hâlde, hemen balıkları temizlemeden ocağa atıp bir an önce pişmesini sabırsızlıkla bekleriz. Yanımıza ilişenler bir şişe şarap açtı mı, keyfimize değmeyin! O çekilen sıkıntılar ve zorluklardan hiç eser kalmaz; yerini neşe, espri ve gülüşmeler alır. Sofra, bol kahkahalar ve karşılıklı atışmalarla sürüp gider.

Gençlik Yılları...
Refik: Çocuk Yaşta Beş Çocuğa Refakat
Yıl 1942. Dünya savaş hâlinde. Savaşın ayak sesleri dibimizde. Sağımız, solumuz denizlerde denizaltılar birbirini kovalıyor. Böyle bir ortamda Refik, Antalya’daki okulunda ikinci sınıfa geçmiş. Ödül olarak ona yaz tatilinde bir ay Ankara’da Hasanoğlan Köy Enstitüsü'nde inşaat işçiliği düşmüş. Köyüne dönmeden oraya gitmiş, bir ay çalışmış ve sonra köyüne dönmüştü. Tatil sonunda Refik eşyasını toparlar; güya Datça’ya uğrayan yolcu gemisine binip doğrudan Antalya’ya ulaşacaktır. O yıllarda gemi, on beş günde bir Datça’ya uğrardı. Bu arada, geçen sene mezun olduğu Cumalı Köy İlkokulu’ndan toparlanmış beş çocuk da Antalya Aksu Okulu'na kabul edilmişti. Refik'in bundan haberi yoktu. Köydeki okulun müdürü aramış ve bu çocukları okula ulaştırma görevi verince o da severek kabul etmişti.
Henüz Çocuk Yaştaki Refik’in Aldığı Kritik Kararlar ve Üstlendiği Misyon
Refik, beş arkadaşını Antalya’ya götürmek üzere Datça’nın Cumalı köyünden yola çıkar. Datça’ya gelecek yolcu gemisine binmeleri gerekmektedir. Ayaklarında ayakkabı olmayan bu beş çocuk, tahta bavullarıyla Datça’ya yürürler. Bavulların içinde annelerinin yaptığı börek, çörek ve katmerler vardır. Refik, İkinci Dünya Savaşı nedeniyle yolcu gemisi seferlerinin iptal edildiğinden habersizdir. Datça’ya ulaştıklarında gerçeği öğrenir ve geri dönmek zorunda kalırlar. On beş gün sonra gelecek gemiyi bekleyeceklerdir.
On beş gün sonra yolculuk tekrar başlar; Datça’ya yine çıplak ayaklarla yürünür. Gemi gelecek diye beklerler ama beklenen gemi gelmez. Refik, kritik bir karar vermek durumundadır. Arkadaşlarına Marmaris istikametine yayan yürüme emrini verir. Gidilecek yol tahminen 90 kilometredir. Çocuklar bu duruma itiraz etmez, çıplak ayaklarıyla yürüyeceklerdir. Emecik köyü aşılır ve Alavara mevkiindeki bir bağ evinde geceyi geçirirler. Ertesi gün hedef Örküz (Değirmen Yanı)’dür. Akşam geç saatte Örküz’e ulaşırlar. Refik bir değirmene uğrar ve değirmenciden geceyi geçirmek için yardım ister. Değirmenci kabul etmez. Bu kez Refik, çocuk hâliyle sertleşir. Sonuç: Değirmenci kabul etmek zorunda kalmıştır. Çocuklar arpa çuvallarının üzerinde uyurlar. Sabahki hedef Marmaris’tir.
Marmaris’e yorgun ve bitkin bir şekilde ulaşırlar. Orada zorunlu bir bekleyiş başlar. Bir deniz taşıtı gelirse onunla gideceklerdir. Refik, bu arada ailelerin çocuklarının boyunlarına astığı keselerin içindeki 30 TL parayı toplar ve tek elden harcamaya yönelir. Marmaris’te ne kadar kalacakları da belli değildir. Bu sırada tahta bavullardaki katmerler tükenmiştir. Refik, sahibi Datçalı olan bir lokantayla anlaşır. Ucuz tarife ile oradan karınlarını doyururlar. Yatmak işi de Marmaris’in kuytu köşeleridir.
Marmaris’te en az bir haftalık bekleyiş, onları giderek umutsuzluğa sürükler. Refik yine bir karar almak zorunda kalır. Bu arada, geri dönmeyi asla aklına getirmez. Hedef Muğla’ya yürümekten başka bir çare yoktur. Refik kararını verir. Tahminen 60 kilometre olan yolu aşacaklardır. Marmaris’ten yola çıkarlar. Gökova Çiçekli yolu üzerinde geceyi geçirdikten sonra, ertesi gün akşamı Muğla Yağcılar Hanı’na ulaşırlar. Refik, arkadaşlarını o handa yatırır.
Refik artık duramaz ve bekleyemez. Bu kez hedef Aydın’dır. Ertesi sabah erkenden yola koyulup yolda bir posta arabasına denk gelirlerse binecekler, yoksa yayan bir 100 kilometre onları beklemektedir. Tesadüf gerçekleşir: Yolun yarısına yakın yürürken bir posta arabası imdatlarına yetişir. Açık kamyonet olan arabanın arkasına dizilen çocuklar, ayaklarını sarkıtarak şarkılar ve türkülerle sevinçlerini birbirine karıştırırlar. Akşamın geç saatlerinde Aydın’a ulaşırlar. Refik, arkadaşlarına Muğlalıların kaldığı oteli bulur ve orada iki oda kiralar. Sabah trenden bilet alacaktır ama ortak para bitmiştir. Aydın elin memleketidir, Refik kimden yardım isteyecektir? Muğla olsa kolay, mutlaka bir Datçalı bulunur. Refik, kapkara düşüncelere dalar. Şehirde danışacak insan da yoktur. Aklına birden Milli Eğitim Müdürü gelir.
Beş arkadaşını tembihler: "Hiçbirinizden rastgele laf çıkmayacak. Sadece ben konuşacağım, bir soru gelirse yanıtlayın," der. Sabah doğru Milli Eğitim’e giderler. Müdürün kapısı çalınır ve kabul edilirler. Müdürün odasında beş çocuk duvardan güç alacak şekilde dizilmişlerdir. Refik ise derdini anlatmaya koyulur. Başlarına gelen zorlukları, yayan geldiklerini anlatır. Hikâye gerçekten çok acıklıdır. Günlerce bu çocuklar yolda aç, susuz, üstelik yorgun ve bitkindir. Müdür önce öfkelenir: "Önünüzde Datça, Muğla varken bana mı kaldınız?" der. Ama müdür de insandır, duyguları vardır. Gerçekler alenen ortadadır: Altı çocuk bunca yolu yayan katetmiştir. Hâlleri perişandır ama umuda doğru yürüdükleri hâllerinden bellidir. “Adam olacak çocuk… dan bellidir” derler ya, aynen öyle görünüyorlardır. Ayakları çıplak ama ruhları dopdoludur. Müdür dayanamaz, dördünün tren parasını harcırahtan öder. Sonra Refik’e döner: "Benim yaptığım yasal değil, siz de yasal olmayan iş yapın. İkiniz trene kaçak binsin." İş böylece tatlıya bağlanır.
Çocuklar sevinçle otellerine dönerler fakat otel kapısı mühürlüdür. Eşyaları içeride kalmıştır. Otel geceleyin baskın yemiş, güya fuhuş yapıldığı gerekçesiyle mühürlenmiştir. Oysa onlar öğleden sonra saat 14.00’te kalkacak tren biletlerini de almışlardı. Refik bir kez daha Refikliğini gösterir. Koşarak Aydın Valisi’ne çıkarlar. Vali hemen oteli açtırır. Eşyalar alınır, doğru kara trene. Son anda trene yetişirler. Yolculuk başlar. Son durak Burdur tren istasyonudur. İki çocuk kaçak olarak trenin bir başka bölümünde saklanmıştır. Biletçi ikinci kontrolde yakalasa da onların gerçeğini öğrenince hak verir ve görmezlikten gelir.
Burdur son duraktır. Yol henüz bitmemiştir ama cepte para çoktan bitmiştir. Refik yine bir kritik karar alma aşamasında, yapması gerekeni düşünmektedir. Antalya’ya en az 125 kilometre vardır. Düşündü ve çözümü buldu: Bir araba bulacak ve şoföre parayı Antalya’da vereceğini söyleyecekti. Nasıl olsa orası ikinci vatanıydı. Birisine rastlar, borç para alırdı. Altı kişi bir taksiye bindiler. Ver elini Antalya. Sağ salim Antalya’ya ulaştılar. Refik yolda hep bu parayı nasıl temin edeceğini düşünüyor ve çözüm üretiyordu. Çözümü buldu Refik: Alışveriş yaptığı bir bakkal amcası vardı. Ona açacaktı derdini. Açtı da. Bakkal amca hemen ödemeyi yaptı. Sorun da çözülmüş oldu.
İlk günü ve geri dönüşü hesaplarsanız, tahminen bir ay süren bu macera dolu, çıplak ayaklı yürüyüş sonlanmış oldu. Okulda onları bekleyen öğretmen, merak dolu bakışlarla ellerini havaya kaldırarak, "Nerede kaldınız siz? Bir ay oldu gelmediniz!" diye bağırır. Refik, başlarından geçeni bir bir anlatır. Rehber öğretmen, bu çocukların kayıtlarını yapmaya koyulur.
Aksilikler bitecek gibi değildir. Bu kez, okula kayıt işlemlerinde yasaya uymayan bir durum söz konusudur. Yine Refik Selçuk’a düşecek bir problem vardır: İçlerinden Fevzi Dinçeriş Bodrum doğumludur. Bodrum, o yıllarda kasaba hüviyeti kazanmıştır. Oysa yasaya göre kayda alınan çocukların köy kökenli olması gerekmektedir. Sorun yine Refik tarafından çözülür. Refik, Yazı köyde oturan ve Fevzi’yi evlatlık olarak alan Şirden Nine’ye ulaşır. Nine, evlatlık olarak aldığı Fevzi’yi kendi nüfusuna geçirir. Sorun halledilmiş olur.

Ailesi ile...
Hikâyenin Devamı
Bu yaşanmış hikâye burada bitmedi. Aslında hikâye yeni başlıyordu. Bu altı çocuk okudular, mezun oldular. Köylere döndüler, halk ile iç içe oldular. Onları aydınlattılar. Bunların içinden Refik ise Datça’nın Yaka köyü Recepler sülalesi üyesiydi. Baba adı Recep’ti. Onu yan köyden Kurvezer lakaplı tüccarın üç kızından biriyle evlendirdiler. Kendine ait iki çocuğu oldu. Erkek kardeşlerinden bir tanesi evlatlık olarak verilmişti. Diğeri ise genç yaşta kendi hayatına son verince, ondan kalan iki kız çocuğa da kendi iki çocuğuyla birlikte bakıp büyütüp geleceklerini hazırlamıştır.
Bizler onu başta da söylediğim gibi ak saçlı, tonton hâliyle tanımıştık. Meğer geriye dönüp baktığımızda nice hikâyeler yaşamış Refik Hoca.
Not: Toplam 600 kilometrelik yol aşılırken bu anlatılanlar tamamen gerçektir. Fazlası yoktur, eksiği vardır. Kim bilir, Refik’in yakın ataları da buralara kadar yürüyerek geldiler. Küçük yaşlarda olan bu altı çocuğu bugünlerde, anneler ve babalar olarak, tuvalete bile emanet edemiyoruz. Ağzına elmayı soyup verip, hazır yaşama alıştırıyoruz. Oysa hayat bir problemler yumağıdır. Çözmekle insan olunur. Refik, bu toplumun ayağa kalkacağına işaret eden çok önemli bir örnektir. Hepimize yol gösterici olmuştur. Işıklar içinde uyusun.
Yorumlar (2)
Aliş
16 gün önce / 17.11.2025Emeğine kalemine sağlık
Beğendim 1 | Beğenmedim 0 | Cevapla
Mehmet Çuhadar
16 gün önce / 17.11.2025????????
Beğendim 0 | Beğenmedim 0 | Cevapla